beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi on dokuz defa oldu).
en son dehşetli plânları, sabık dâhiliye Vekilini ve Af-
yon’un sabık Valisini, emirdağının sabık kaymakam ve-
kilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmî hükûmetin nüfu-
zunu bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Be-
nim gibi zayıf, ihtiyar, merdümgiriz, fakir, garip, hizme-
te çok muhtaç bir bîçareye o üç resmî memurlar, aley-
himde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o de-
receye gelmiş ki, bir memur bana selâm etse, haber al-
dıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan başka hiç-
bir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazı-
ları korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm hâl-
de, inayet ve hıfz-ı İlâhî bana bir sabır ve tahammül ver-
di. emsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni onlara dehalete
mecbur etmedi.
İkincisi:
Belki tahattur edersin, Ankara’da, divanı ri-
yasetinde Mustafa kemal’le münakaşa zamanında, ona
karşı dedim: “namaz kılmayan haindir, hainin hükmü
merduttur.” Yüzüne şiddetli mukabele ettiğim hâlde ba-
na karşı ihanet ve hakarete cesaret edemediği hâlde, bu-
rada küçük bir zabit ve bir çavuş, o ihaneti ve hakareti
yaptılar. Maksatları beni hiddete getirip bir mesele çıkar-
mak olmasından, hıfz ve inayet-i İlâhiye bana sabır ve ta-
hammül verdi.
Üçüncüsü:
İki sene, iki mahkeme, ellerinde tetkik edi-
len bütün risale-i nur eczalarında kanunca bir vesile
Emirdağ Lâhikası – ı | 333 |
nüfuz:
geçerli olma, işleme.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin vb. ni başkalarına tanıt-
mak, benimsetmek amacını gü-
den ve çeşitli vasıtalarla yapılan
faaliyet.
resmî:
devlet adına olan.
sabık:
geçen, geçmiş, olmuş.
sabır:
dayanma, katlanma, zorluk-
lara dayanma gücü.
selâm:
barış, rahatlık, selamet ve
esenlik dileme.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tahattur:
hatıra gelmek, hatırla-
mak.
tazyik:
sıkıntı verme, baskı
yapma.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
vesile:
bahane, sebep.
zabit:
subay.
aleyh:
ona karşı, onun üze-
rine.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
casus:
çeşitli konularda sır ma-
hiyetindeki şeyleri öğrenip
başkalarına bildiren kimse.
çavuş:
çavuş, onbaşıdan sonra
gelen ve görevi manga komu-
tanlığı olan erbaş rütbesi.
dehalet:
girme, birinin himaye
ve merhametine sığınma.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
divan-ı riyaset:
reislik, baş-
kanlık makamı.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
emsalsiz:
benzersiz.
garip:
gurbette, kendi mem-
leketinin dışında bulunan, ya-
bancı.
hain:
hıyanet eden, arkadan
vuran.
hakaret:
saygı göstermeme,
alçak görme, aşağılama.
hıfz:
himaye etme.
hıfz-ı ilâhî:
Allah’ın koruması.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hüküm:
emir, buyruk, ku-
manda, nüfuz.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
istimal:
kullanma.
işkence:
bir kimseye verilen
maddî-manevî sıkıntı, eziyet.
merdut:
reddedilmiş, geri çev-
rilmiş.
merdümgiriz:
insanlardan sı-
kılan, kalabalıktan hoşlanma-
yıp yalnızlık isteyen.
mesele:
anlaşmazlık.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama.
münakaşa:
tartışma.