Œ
143
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Ev ve l â :
Bu şiddetli maddî ve manevî kışın, sıkıntılı
maddî ve manevî hastalığı vaktinde dünyadan mufarakat
ve pek çok alâkadar olduğum nurcu kardeşlerimden ifti-
rak ihtimalinden gelen elemler beni sıkarken, birden sıd-
dık süleyman, nur santralı sabri, umum o havalideki
kardeşlerim namına ve nesebî akrabalarımın da hesabı-
na, Abdülmecid ve Abdurrahman manasında buraya gel-
diler. Cenabı Hakka şükrediyorum, onların gelmesi, bir
panzehir hükmünde bana ilâç oldu. Ben de buradaki
âdetime muhalif olarak ne olursa olsun yanıma davet et-
tim, geldiler. İki üç saat kadar tam bütün meraklarımı,
hususan Barla’daki dostlarımın hâllerini anlamakla, Bar-
la’daki eski zamanıma mesrurane bir seyahat-ı manevi-
ye-i hayalî yaptık. ondan bir ferah, bir inşirahla elîm sı-
kıntılarım zail oldu. onları bir iki gün burada bırakmak
isterdim. Fakat bu fena zaman ve buranın evhamlı vazi-
yeti müsaade etmedi. Bu iki kardeşimizi, umumunuzun
hesabına kabul ettim. Ve kendime bedel, umumunuza iki
canlı mektup olarak gönderdim.
Sa ni yen:
İkinci gün, çok ziyade merak ve alâka pey-
da ettiğim dârülfünun gençlerinin, üniversite talebeleri-
nin namına, şimdiden, dokuz tane hakikî nurcu ve
küçük salâhaddin’ler ve Abdurrahman’lar nevinde dâ-
rülfünunun tenvirine ciddî çalıştıklarını bildiren bir mek-
tup aldım. o küçük Abdurrahman’lar ise, Mustafa oruç
âdet:
her vakit yapılan.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebetli,
bağlı.
aziz:
değerli.
bedel:
bir şeyin yerini tutan, kar-
şılık.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
dârülfünun:
üniversite.
elem:
dert, üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
evvelâ:
öncelikle.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç, se-
vinme.
hakikî:
doğru, gerçekten.
hâl:
tavır, davranış, tutum.
havali:
bölge, etraf, çevre, civar.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek olma-
yan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
| 330 | Emirdağ Lâhikası – ı
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
iftirak:
hicran, ayrılık.
ihtimal:
olabilirlik, bir şeyin
olabilmesi mümkün olma,
gerçekleşebilirlik.
inşirah:
ferahlama, göğsün
açılıp sevinç ve huzura kavuş-
turulması, rahatlama.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mesrurâne:
sevinçli bir şe-
kilde, sevinerek, memnun ola-
rak.
müfarakat:
terk etme, terk
edip gitme, bırakma.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
nam:
ad, isim, yerine.
nesebî:
soy ile ilgili, soyu ile
alâkalı, soy sopa ait.
nev:
tür, çeşit.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
panzehir:
zehirin tesiri gi-
derme özelliği olan madde.
saniyen:
ikinci olarak.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
talebe:
öğrenci.
tenvir:
nurlandırma, aydın-
latma, ışıklandırma.
umum:
bütün.
vaziyet:
durum.
zail:
sone eren, yok olan.
ziyade:
çok, fazla.