Emirdağ Lâhikası - page 321

Hem size bundan evvel yazdığım mektuptaki şiddetli
hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk et-
ti ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başla-
mış. Hatta o tesir, ihtiyârımı selb etmişti. öleceğim diye
hizmetçiye vasiyetimi söyledim. demek, ikinci bir ruhum
hükmünde Hasan Feyzi, benim bedelime ölmüş ve ölü-
yor. Hatta onun vefat mektubu, bütün bütün âdetime
muhalif, bir buçuk saat elimde iken açamıyordum. Her
neyse... Bütün bu elîm acılara mukabil, inayet-i İlâhiye
imdada geldi; hem kendimi, hem onu, hem nurcuları
mesrurane ruh u canımızla taziye içinde tebrik ettim. Bin
barekâllah ve binler rahmetullah dedim, terhisini alkışla-
dım.
Sal i sen:
Merhum Hasan Feyzi’nin berzaha gitmesi
ve vazifesi münhal kalması ve mekteplileri nurlara sevk
eden yüksek muallimlik ve mekteb-i fünunda mütefen-
ninlik sıfatları çok mekteplilere bir parlak numune-i ikti-
da olması cihetini teessüfle düşünürken, birden, aynı sis-
temde hem muallim, hem iki mahdumuyla nurcu, hem
Hasan namında, hem bu iki Hasan’lar gibi müstesna ve
fedakâr bir muallim olan Ahmed Fuad’ı nur dairesine
girmeye vesile bulunan dadaylı Hafız Hasan’ın üç sene-
den beri hiç mektubunu almadığım ve hâlini ve nurlara
devamını bilemediğim hâlde, bir mektubunu aldım. de-
dim: Bir Muallim Hasan gitti, yerine bir Muallim Hasan
ve çok fedakâr diğer bir Muallim Ahmed geldi.
Emirdağ Lâhikası – ı | 321 |
mütefennin:
fen bilgisi olan, fen
âlimi.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
numune-i iktida:
örnek alınıp
uyulacak tarzdaki numune, uyu-
lacak, tâbi olunacak örnek.
perişaniyet:
perişanlık, karışık ve
dağınık olma, acınacak halde bu-
lunma.
ruh:
can.
salisen:
üçüncü olarak.
selp:
ortadan kaldırma, iptal etme;
olumsuzlaştırma.
sevk:
yöneltme, gönderme.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
taziye:
baş sağlığı dileme, yakını
ölen kimseyi teselli etme.
teessüf:
üzülme, acı duyma.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma, salıverme.
tesir:
etki.
vasiyet:
bir kimsenin öldükten
sonra yapılmasını istediği şeyler
için, sağlığında verdiği emir ve ıs-
marlama.
vefat:
ölüm.
vesile:
aracı, vasıta.
âdet:
her vakit yapılan.
bârekâllah:
Allah mübarek et-
sin, hayırlı ve bereketli olsun.
berzah:
ruhların kıyamete ka-
dar bekleyeceği, dünya ile ahi-
ret arasındaki yer.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dimağ:
akıl, şuur.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
evvel:
önce.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hükmünde:
değerinde, ye-
rinde.
ihtiyâr:
seçme, tercih, irade.
imdat:
yardım.
inayet-i ilahiye:
Allah’ın yar-
dımı.
mahdum:
oğul, evlât.
mekteb-i fünun:
fen ilimleri
okulu.
mektep:
ilim, irfan öğrenilen
yer, okul.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
mesrurâne:
sevinçli bir şe-
kilde, sevinerek, memnun ola-
rak.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
mukabil:
karşılık.
münhal:
boş, açık; memur
açığı olan.
1...,311,312,313,314,315,316,317,318,319,320 322,323,324,325,326,327,328,329,330,331,...1032
Powered by FlippingBook