zalimlere hiddet değil, acımalısın. onların herbirisi, pek
az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azap ye-
rinde bin derece fazla bâkî azaplara ve maddî ve manevî
cehennemlere maruz kalacaklar. senin intikamın, bin
defa ziyade onlardan alınır. Ve bir kısmı, aklı varsa, dün-
yada da kaldıkça, geberinceye kadar vicdan azabı ve
idam-ı ebedî korkusuyla işkence çekecekler. Ben de on-
lara karşı hiddeti terk ettim, onlara acıdım. Allah ıslah et-
sin dedim.
Hem bu azap ve işkencelerinde pek büyük sevap ka-
zanmakla beraber, risale-i nur Şakirtleri yerine ve onla-
rın bedeline benimle meşgul olup yalnız beni tazip etme-
leri, nurculara büyük bir fayda ve selâmetlerine hizmet
olması cihetinde de Cenab-ı Hakka şükrediyorum ve
müthiş sıkıntılarım içinde bir sevinç hissediyorum.
Dördüncüsü:
senin mektubunda benim istirahatimi
ve eğer iktidarım olsa, benim Şam ve Hicaz tarafına git-
meme dair sizin hükûmet-i hâzıraya müracaat maddesi
ise:
Evvelâ:
Biz, imanı kurtarmak ve kur’ân’a hizmet için,
Mekke’de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en
ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler has-
talıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu
milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalma-
ya kur’ân’dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.
Saniyen:
Bana karşı hürmet yerine hakaret görmek
noktasını mektubunuzda beyan ediyorsunuz. “Mısır’da,
Emirdağ Lâhikası – ı | 335 |
müptelâ:
düşkün, bir şeye düşkün
ve tutulmuş olan.
müracaat:
başvurma, danışma.
müthiş:
çok rahatsız eden, daya-
nılmaz.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
saadet:
mutluluk.
saniyen:
ikinci olarak.
selâmet:
salimlik, eminlik, kurtu-
luş, korku ve endişeden uzak
olma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
vicdan:
his, duygu.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
azap:
günahlara karşı kabirde
ve ahirette çekilecek ceza.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gel-
mez, bitip tükenmez, ölmez,
sonsuz.
bedel:
bir şeyin yerini tutan,
karşılık.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dair:
alakalı, ilgili.
evvelâ:
öncelikle.
hakaret:
saygı göstermeme,
alçak görme, aşağılama.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hükümet-i hâzıra:
şimdiki hü-
kümet.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
idam-ı ebedî:
dirilmemek
üzere yok oluş, ahiret inancı
olmadığı için ölümü ebedî
yokluğa gitmek olarak görme.
iktidar:
güç, idareyi elinde bu-
lundurma.
intikam:
öç alma.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
işkence:
azap, hissî sıkıntı.
işkence:
bir kimseye verilen
maddî-manevî sıkıntı, eziyet.
maddî:
madde ile alâkalı; para,
mal vb. şeylerle ilgili.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
maruz:
bir şeyin etkisi ve tesiri
altında bulunma.
muvakkaten:
geçici olarak.