ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa
veya vakti gelse, razı olmak gayet lezzetli bir şereftir.
İkincisi:
nasıl ki âciz, zaif bir adam, bir batmanı kaldı-
ramadığı hâlde on batman yük üstüne yığılmış bulunsa
ve dostları onu çok kuvvetli bilip ona gizli zaafına yar-
dımdan ziyade ondan yardım istedikleri hâlde, o bîçare
de onların hüsnüzannını kırmamak veyahut kendini çok
aşağı göstermemek için gayet ağır ve soğuk olan göste-
riş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeye
çalışmak çok elîm ve zevksiz olması gibi; aynen öyle de,
ey kör hissiyatın içine giren nefs-i emmare, bu adî şah-
siyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan is-
tidadımın yüz derece fevkinde ve sırf bir inayet-i rabba-
niye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda kur’ân’-
ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlâhiye ile
elimize verilen risale-i nur’daki hakikatlere o şahıs mas-
dar ve menba ve medar olamaz. Belki, yalnız çok bîçare
ve muhtaç ve kur’ân kapısında bir sail ve muhtaçlara
yetiştirmeye bir vesile olduğum hâlde, nurun muhlis ve
halis, sıddık ve sadık, sâfi ve fedakâr şakirtleri, o bîçare
şahsiyetim hakkında yüz derece ziyade hüsnüzanlarını
kırmamak ve hissiyatlarını incitmemek ve nurlara karşı
şevklerine ilişmemek ve üstad namı verdikleri o bîçare
şahsı, onların hatırı için çok aşağı olduğunu gösterme-
mek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannulara mecbur
olmamak için ve yirmi sene tecrîdatın verdiği tevahhuş
için, hatta dostlarla dahi –hizmet-i nuriye olmazsa–
görüşmeyi terk ediyorum ve etmeye ruhen mecbur
âciz:
zavallı, acınacak.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
asr:
yüzyıl.
batman:
eski ağırlık ölçülerinden
olup, iki okka ile sekiz okka ara-
sında değişen ağırlık ölçüsü.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
eczahane-i kudsiye:
mukaddes
ve yüce olan eczahane.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fevkinde:
üstünde.
gayet:
son derece.
halis:
her amelini, yalnız Allah rı-
zası için işleyen.
hissiyat:
hisler, duygular.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti, Ri-
sâle-i Nur için çalışma.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulunup, iyi
olacağını düşünmek.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
mastar:
kaynak, bir şeyin çıktığı
| 344 | Emirdağ Lâhikası – ı
yer.
medar:
sebep, vesile.
memnuniyet:
memnunluk,
sevinçli oluş.
menba:
kaynak.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi
hiç bir karşılık beklemeden sırf
Allah rızası için yapan.
nam:
ad, isim.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
Nur:
Risale-i Nur.
rahmet-i ilâhîye:
Allah’ın son-
suz rahmeti, İlâhî rahmet.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
sadık:
sadâkatli, dostluğu ve
bağlılığı içten olan.
safî:
samimî, saf.
sail:
soran, isteyen.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şahsiyet:
kişilik, kişi özelliği.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeref:
övünülecek, iftihar edi-
lecek şey.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
tasannu:
yapmacık.
tecrit:
hücre hapsi; bir kişinin
başkalarıyla olan ilişkisini
kesme.
tekellüf:
gösteriş, yapmacık,
sahte tavır.
tevahhuş:
korkulu bir şekilde
emin olmayarak bakma.
üstat:
öğretici; muallim, öğret-
men, usta, sanatkâr.
vesile:
aracı, vasıta.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik, der-
mansızlık.
ziyade:
çok, fazla.
ziyade:
ilâve, ekleme.