ve helâl et. Çünkü o, kendi kafasıyla konuşmamış; eski-
den beri hocalardan işittiği şeyleri, lüzumsuz münakaşa
ile söylemiş. Bilirsin ki, büyük bir hasene ve iyilik, çok
günahlara keffaret olur.
evet, o hemşehrimiz sabri, hakikaten nura ve nur va-
sıtasıyla imana öyle bir hizmet eylemiş ki, bin hatasını af-
fettirir. sizin âlicenaplığınızdan, o nur hizmetleri hatırı
için, dost bir hemşehri ve nur hizmetinde bir arkadaş
nazarıyla bakmalısınız.
sahabelerin bir kısmı, o harblerde, adalet-i izafiye ve
nispiye ve ruhsat-ı şer’iyeyi düşünüp tâbi olarak, Hazret-i
Ali’nin (
rA
) takip ettiği adalet-i hakikiye ve azîmet-i
şer’iye ile beraber zahidâne, müstağniyâne, muktesıdâne
mesleğini terk edip, muhalif tarafa bu içtihat neticesinde
girdiklerini, hatta İmam-ı Ali’nin (
rA
) kardeşi Ukayl ve
“Habrü’l-ümme” ünvanını alan Abdullah ibni Abbas da-
hi bir vakit muhalif tarafında bulunduklarından, hakikî
ehl-i sünnet ve’l-Cemaat,
(1)
p
øn
àp
Ør
dG p
ÜGn
ƒr
Hn
G t
ón
°S p
án
©j/
ôs
°ûdG p
øp
°SÉn
ën
e r
øp
e
bir düstur-i esasiye-i
şer’iyeye binaen
(2)
Én
æn
àn
æp
°ùr
dn
G o
ôu
¡n
£o
æn
a Én
æn
jp
ór
jn
G *Gn
ôs
¡n
W
diyerek, o
fitnelerin kapısını açmak, bahsetmek caiz görmüyorlar.
Çünkü, itiraza müstahak birkaç tane varsa, tarafgirlik
damarıyla büyük sahabelere, hatta muhalif tarafında bu-
lunan Âl-i Beytin bir kısmına ve talha ve zübeyir (
rA
)
gibi Aşere-i Mübeşşereden büyük zatlara itiraza başlar,
adalet-i hakikî:
hakikî adalet, ger-
çek adalet.
adalet-i izafiye ve nisbiye:
izafî
ve göreceli adalet, yere şartlara
ve diğer durumlara göre olan gö-
receli adalet, toplumun selâmeti
için ferdin rızasıyla cüz’î hukukun
feda edilmesini ön görebilen ada-
let anlayışı.
âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in (asm)
ailesinden olan, Hz. Muhammed’in
(asm) ev halkı.
âlicenap:
cömert, iyilik sahibi,
yüksek ahlaklı.
aşere-i mübeşşere:
Cennetle
müjdelenen on Sahabî.
azimet-i şer’iye:
dinî azimet;
dinde takva ile hareket etmek.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
caiz:
geçerli, kabul edilebilir, uy-
gun.
düstur-i esasiye-i şer’iye:
şeriatın
esas prensipleri, ana kanunları.
fitne:
arabozan, fesat, karıştırıcı.
hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hakikî:
gerçek, sahici.
harp:
savaş.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızasına
uygun iş.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı mem-
leketli.
içtihat:
fikir, kanaat, görüş açısı.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
kefaret:
kendisi ile işlenen bir gü-
nahın giderilmesi.
meslek:
tutulan yol, sülûk edilen
yer.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren, uymayan, bir fiil veya
düşünceye karşı gelen.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
muktesidâne:
iktisatlı davranarak,
tutumlu olarak.
münakaşa:
tartışma.
müstağniyâne:
kanaatkâr
davranarak.
müstahak:
lâyık olunan, hak
edilen şey.
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
Nur:
Risale-i Nur.
ruhsat-ı şer’iye:
şeriatın ruh-
satı, İslâmiyet’in izin vermesi.
sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağla-
nan.
tarafgir:
bir tarafı tutan, ta-
raflı.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vasıta:
aracı.
zahidâne:
tam bir takva içinde
olarak, dünyadan el-etek çe-
kerek.
zat:
kişi, şahıs, fert.
1.
Fitne kapılarını kapatmak şeriatın güzelliklerindendir.
2.
Allah ellerimizi o kanlı hâdiselere bulaştırmadı; o halde biz de o hâdiselerden bahsedip di-
limizi bulaştırmayalım.” (Ömer bin Abdülaziz’e ait bir söz. Şa’ranî, El-Yevâkitve’l-Cevahir,
2:69; Bâcurî, ŞerhüCevheretü’t-Tevhid, 334.)
| 354 | Emirdağ Lâhikası – ı