Emirdağ Lâhikası - page 361

ki, birkaç sene zahmetle, milyonlar mertebeler ve bâkî
saadetler ahirette kazandıkları gibi, dünyada da kaldıkla-
rı zamanda, ehemmiyetsiz, dünyanın fânî saltanatı ve
muvakkat hâkimiyeti ve karışık siyasetine bedel manevî
birer sultan ve hakikat âleminde birer şah, birer manevî
padişah makamını kazandılar. Valiler yerine, evljyalar,
aktablara kumandan oldular. kazançları bire bin değil,
milyonlardır.
İşte bu sır içindir ki, Yeni said’in hususî üstadı olan
İmam-ı rabbanî, gavs-ı Azam ve İmam-ı gazalî, zeyne-
lâbidin (
rA
) hususan
Cevşenü’l-Kebir
münacatını bu iki
imamdan ders almışım. Ve Hazret-i Hüseyin ve İmam-ı
Ali kerremallahü Vecheden aldığım ders, otuz seneden
beri, hususan
Cevşenü’l-Kebir’
le daima onlara manevî
irtibatımda, geçmiş hakikati ve şimdiki risale-i nur’dan
bize gelen meşrebi almışım. zalimlerin gaddarlıklarını
değil deşmek, bakmak, belki düşünmek de meşrebimize
gelmiyor. Çünkü onlar mücazatını ve mazlumlar mükâ-
fatını, aklımızın fevkinde görmüşler. o meseleler ile
meşgul olmak, şimdiki bu hazır musîbet-i diniyeye karşı
mükellef olduğumuz vazife-i kur’âniyeye zarar verir.
Ulema-i ilm-i kelâmın ve usûlü’d-din allâmelerinin ve
ehl-i sünnet ve’l-Cemaatin dâhî muhakkiklerinin İslâmî
akîdelere dair çok tetkik ve muhakematla ve âyât ve ha-
dîsleri muvazene ile kabul ettikleri usûlü’d-din düsturları,
şimdiki risale-i nur’un meşrebini muhafazaya emredi-
yor, kuvvet veriyor. Hatta, hiçbir yerde, hatta ehl-i bid’a
kısmı da bu meşrebimize ilişemiyorlar. Hakikat-i ihlâs
Emirdağ Lâhikası – ı | 361 |
hususî:
şahsî, zatî.
imam:
önder, rehber.
irtibat:
bağ, münasebet.
islâmî:
İslâm ile alâkalı, İslam’a ait.
kerremallahü veche:
Allah veç-
hini mükerrem kılsın, anlamında
dua olup Hz. Ali çocukluktan beri,
Allah’a secde ettiğinden; hiç put-
lara secde ve ibadet etmediği için
onun ismi anıldığında söylenir.
makam:
büyük memuriyet,
mevki.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazlum:
zulüm görmüş, haksız-
lığa uğramış.
mertebe:
rütbe, paye.
mesele:
konu.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
muhakemat:
muhakemeler.
muhakkik:
tahkik eden, gerçeği
araştırıp bulan, bir şeyin iç yüzünü
inceleyerek vakıf olan.
musibet-i diniye:
dinle ilgili, dine
gelen belâlar; dine yönelik tehli-
keler, belalar.
muvakkat:
geçici.
muvazene:
ölçü, kıyas, mukayese.
mücazat:
bir suça karşı verilen
ceza, karşılık, mutlak ceza.
mükâfat:
iyi bir iş veya hizmetten
dolayı verilen şey, ödül.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan, bir şeyi yapmaya mecbur
olan, vazifeli.
münacat:
dua.
saadet:
mutluluk.
sır:
gizli hakikat.
şah:
padişah, sultan, hükümdar.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
ulema-i ilm-i kelâm:
kelâm ilmi
âlimleri.
usulüddin:
kelâm ilminin diğer bir
adı.
üstat:
öğretici; muallim, öğretmen,
usta, sanatkâr.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
akide:
iman, inanılan ve itikat
edilen esas, inanç.
aktap:
kutuplar; belli bir yer
veya memleketteki evliyanın
başı olan en büyük velî.
âlem:
dünya.
allâme:
ilmî seviyesi çok yük-
sek olan âlim.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bedel:
bir şeyin yerini tutan,
karşılık.
Cevşenü’l-kebir:
Bir dua mec-
muası.
dâhî:
son derece zeki, anla-
yışlı, deha sahibi.
dair:
alakalı, ilgili.
düstur:
kanun, kaide, kural,
prensip, esas.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i bid’a:
bid’atçılar, doğru
yoldan sapıp hurafelerin pe-
şinden gidenler.
evliya:
keramet sahibi olanlar,
erenler, velîler, ulular.
fânî:
muvakkat, geçici.
fevkinde:
üstünde.
gaddar:
çok fazla zulüm ve
haksızlık eden.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
hadis:
şeriat örfüne göre; Hz.
Muhammed’e (asm) ait olduğu
kesin olan şeyler.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
hakikat-ı ihlâs:
ihlâsın gerçeği,
aslı.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
hususan:
bilhassa, özellikle.
1...,351,352,353,354,355,356,357,358,359,360 362,363,364,365,366,367,368,369,370,371,...1032
Powered by FlippingBook