tam muhafaza edildiği için, her nevi ehl-i İslâm içine gi-
riyor. Şîalıkta mutaassıp ve Vehhabîlikte de müfrit, fey-
lesofların en maddîsi ve mütefennini ve mutaassıp hoca-
ların en enaniyetlisi, beraber nur dairesine girmeye baş-
lamışlar ve kısmen şimdi de kardeşçe bulunuyorlar.
Hatta bazı misyonerler de, din-i İsa’nın (
As
) hakikî ruha-
nîsi de o daireye gireceklerine emareler var. Birbirine
hücum değil, belki bir tesanüt, bir musalâha lüzumunu
hissedip medar-ı münakaşa meseleleri ortaya atmıyorlar.
demek İmam-ı Ali’nin (
rA
) otuz kırk işaretiyle sarahat
derecesinde haber verdiği risale-i nur, bu zamanın müt-
hiş yaralarına tam bir ilâçtır. onun için, o daire bize kâ-
fi gelmiş, harice çıkmıyoruz.
İmam-ı Ali kerremallahü Vechenin şahsına ve hayatı-
na ve adalet-i hakiki üzerine giden siyasetine ilişmek,
darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zahirîsinden ve hayat-ı
dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler dere-
ce daha yüksek olan şahsiyet-i manevîsine ve kemalât-ı il-
miyesine ve makamat-ı velâyetine ve vârisliğine darbe
gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. kimin haddi var?
onun için, iki ciheti birleştirmek tevehhümüyle karşısın-
da muarazaya çalışanların taarruzu pek dehşetli görünü-
yor. ehl-i iman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir diye
hayret veriyor. Hâlbuki Yezid ve Velid gibi habis herifler
müstesna, ötekilerin kısm-ı azamı, İmam-ı Ali’nin (
rA
)
harika kemalâtına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek
değil, belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idare-
sine darbe vurmaya çalışmışlar; hata etmişler.
adalet-i hakikî:
hakikî adalet, ger-
çek adalet.
cihet:
yön, görüş açısı.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
din-i isa:
Hz. İsa (a.s)ın dini, İsevi-
lik.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i islâm:
İslâm topluluğu, Müs-
lümanlar.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
feylesof:
felsefe ile uğraşan, filo-
zof.
haber:
ilim, malûmat, bilgi.
habis:
fesatçı, hilekâr, alçak, kötü,
pis, soysuz.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dışarı.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya ait
olan hayat.
hayat-ı içtimaiye-i insaniye:
in-
sanın sosyal hayatı.
idare:
yönetim, memleket işlerinin
yürütülmesi.
kâfi:
yeter, yetecek; elveren, ye-
tişen.
kemalât:
kemaller, olgunluklar,
mükemmellikler.
kemalât-ı ilmiye:
ilimdeki iler-
leme, yükselme ve mükemmel-
likler.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kerremallahü veche:
Allah veç-
hini mükerrem kılsın, anlamında
dua olup Hz. Ali çocukluktan beri,
Allah’a secde ettiğinden; hiç put-
lara secde ve ibadet etmediği için
onun ismi anıldığında söylenir.
kısmen:
kısmî olarak, bir kısım.
kısm-ı azam:
büyük kısım, ekse-
riyet, çoğunluk.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
makamat-ı velâyet:
velîlik, ermiş-
lik makamları.
medar-ı münakaşa:
münakaşaya,
tartışmaya sebep olan.
mesele:
konu.
| 362 | Emirdağ Lâhikası – ı
misyoner:
Hıristiyanlığı neşre
ve tanıtmaya çalışan kimse.
muaraza:
sözle karşılıklı mü-
cadele, söz mücadelesi.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
musalâha:
barış, uzlaşma.
mutaassıp:
bir meseleyi mü-
dafaada ifrata varan, körü kö-
rüne bir fikre bağlı olan, bağ-
naz.
mutaassıp:
taassubu olan,
kendi tarafını aşırılıkla tutan.
müfrit:
ifrat eden, bir konu
veya bir işte aşırıya kaçan.
müstesna:
ayrı tutularak, ha-
riç, ayrık.
mütefennin:
fen bilgisi olan,
fen âlimi.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, korkutan, dehşetli, kor-
kunç.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur.
ruhanî:
Hıristiyan din adam-
ları.
sarahat:
ifadedeki açıklık, açık
anlatım.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, manevî kişilik.
Şia:
Hz. Ali (ra) taraflısı olanlar,
Hz. Ali’nin taraftarlığını esas
alanlar topluluğu, Alevî, Şiî.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
tevehhüm:
asılsız düşünme.
vâris:
mirasçı; ölümünden
sonra işlerini devam ettiren.
veraset:
vârislik, mirasçısı
olma.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hadiseler, olaylar.