Ben Isparta’yı toprağıyla, taşıyla, bütün ahalisiyle mü-
barek gördüğümden, oradaki hükûmete, hususan zabıta-
sına ciddî dost nazarıyla bakıyorum. Hususan çok tecrü-
belerle ve üç vilâyet zabıtasının itirafıyla ve üç vilâyet
mahkemesinin müttefikan beraat kararıyla ve üç cemi-
yet-i ilmiyenin ve ehl-i vukufun tahsin ve takdirleriyle sa-
bit olmuş ki, risale-i nur eczaları ve şakirtleri, emniyet
Müdürünün ve zabıtanın vazifeleri olan asayiş ve idare ve
inzibat ve ahlâksızlığa karşı, komiserlerden ziyade, ser-
keşleri itaate getirmek ve asayişi temin etmekte, manevî
ve tam tesirli manevî inzibat memurlarıdır. onun için,
zabıta, evhamla değil, kemal-i takdirle, emniyet Müdürü-
nün bakması gibi bakmalıdır. Çünkü o
Zülfikar
hakkında
demiş: “Çok güzel, sevdim, okuyacağım, hoşuma gitti.”
Her ne ise. siz daha ne münasip görürseniz öyle yapar-
sınız.
Hem emniyet Müdürüne deyiniz ki: kardeşimiz said
diyor: eğer o
Zülfikar
tam hoşuna gitmişse, o benimdir,
ona hediye ediyorum. Hem onun gibi mühim olan
Asa-yı
Mûsa
’yı da ona hediye edeceğim.
denizli’den ve tavas’tan gelen güzel mektuplarına hu-
susî cevap vermeye kat’iyen vaktim ve hâlim müsaade
etmediğinden, hususî cevap vermediğimden gücenme-
sinler. Çakır Yusuf’un mektubundan, tam ciddiyeti ve
tam Hasan Feyzi’nin bir vârisi olduğunu gösteriyor.
ì®í
ahali:
halk.
asayiş:
emniyet; korku ve endi-
şeden uzak olma.
asayiş:
rahat huzur, korku ve en-
dişeden uzak olma.
beraat:
suçsuzluğun sabit olması.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
ciddiyet:
ciddîlik.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ehl-i vukuf:
mahkemenin tayin
ettiği “bilir kişi”ler.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
idare:
bir işi yürütme, çekip çe-
virme.
inzibat:
düzeni sağlama, asayişi
yoluna koyma.
inzibat:
düzenli olma, intizam, di-
siplin, kayıt altına alma.
itaat:
söz dinleme, boyun eğme,
| 372 | Emirdağ Lâhikası – ı
emre uygun hareket etme.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
kemal-i takdir:
takdirin en
mükemmeli.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasip:
uygun, yerinde.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
müttefikan:
ittifak ederek,
hep beraber, birlikte.
nazar:
bakış, bakış açısı.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlan-
mış.
serkeş:
baş kaldıran, itaat et-
meyen, asi.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahsin:
beğenme, güzel
bulma.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
temin:
sağlama.
vâris:
mirasçı; ölümünden
sonra işlerini devam ettiren.
vazife:
ödev, bir kimsenin
yapmak zorunda bulunduğu
iş.
vilâyet:
il.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
ziyade:
çok, fazla.