konuşan, benim gibi kabir kapısında, vatandaşların hâli-
ne ağlayan bir bîçareyi dinlemek lâzımdır.
ì®í
k
ÜÇÜk
B
ir
h
aŞiYE
Hilmi Bey! talihin var. Ben hapiste ve burada iken
hakkımda seni merhametsiz gördüm. ne vakit hiddet et-
tim, bedduayı niyet ettim; Hilmi Bey namında benim bir
kardeşim ve nurun has bir şakirdini her vakit hayırlı du-
amda ismiyle zikrettiğimden, sana beddua niyet ederken,
bu hayırlı duaya mazhar Hilmi Bey ismi âdeta şefaatçi ol-
du, beni men etti. Ben de o niyetten vazgeçtim, senin be-
ni tazip eden memurlarından gelen eziyete tahammül
edip o bedduadan vazgeçtim. Çok defa hayret ediyor-
dum. Bana bu kadar sebepsiz azap vermekle beraber sa-
na hiddet etmiyordum. demek en sonunda seninle dost
olacağız diye o hiss-i kablelvuku ile kalbe gelmiş.
Bu istida, yirmi seneden beri hiç müracaat etmediğim
hâlde, bir hiddet zamanında bir defa olarak beni tazip
eden dâhiliye Vekili Hilmi’ye hitaben yazılmış, bera-i
malûmat Afyon emniyet Müdürüne gönderilmiş. Mana-
sız, lüzumsuz dört beş defa bana sıkıntı verdiler. “senin
yazın böyle değil; kim sana böyle yazmış?” diye resmen
beni karakola çağırdılar. Ben de dedim: Böylelere müra-
caat edilmez; yirmi sene sükûtum haklı imiş!
ey emirdağı hükûmeti ve zabıtası! Bu hasbihâli bir se-
ne evvel yazmıştım. Fakat vermedim, sakladım. Şimdi,
âdeta:
sanki.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
beddua:
bir kimsenin kötü olması
için dua, kötü dua.
| 378 | Emirdağ Lâhikası – ı
bera-i malûmat:
bilgi ve ma-
lûmat için, bilgi vermek için.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
eziyet:
incitme, büyük sıkıntı
verme.
hasbihâl:
hâlleşme; görüşüp
konuşma, sohbet.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hiss-i kablelvuku:
Bir şeyi vu-
kuundan önce hissetme, bir
hadisenin gerçekleşmesinden
önce kalbe doğması.
hitaben:
hitap ederek, söyle-
yerek, birine yönelerek.
istida:
resmî makamlara bir
işin yapılmasını istemek mak-
sadıyla yazılan yazı, dilekçe.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
müracaat:
başvurma, da-
nışma; başvuru.
nam:
ad, isim.
niyet:
kast, istek, maksat.
Nur:
Risale-i Nur.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
sükût:
susma, sessiz kalma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karşı
koyabilme, katlanma.
talih:
şans, kısmet.
tazip:
azap çektirme, eziyet
etme, sıkıntı verme.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
zikir:
anma, anılma, adını
anma, hatıra getirme, iyilikle
anma.