gösteren mektuplarına karşı, “Barekâllah, Cenab-ı Hak
sizleri muvaffak etsin” deriz.
kastamonu’nun Hüsrev’i ve rüştü’sü olan Mehmed
Feyzi ve emin’in gönderdikleri benim kastamonu’da ka-
lan bir kısım risaleler emanetlerini aldım. size gönderdi-
ğim
Asa-yıMûsa
’nın lûgatnamesini hasta olduğu hâlde
çok güzel ve âlimâne yazan, lûgatnamenin başında güzel
bir fıkra derceden ve bana da ayrı mektup yazan risale-i
nur’un serkâtibi Mehmed Feyzi’nin, oraca çok müşkilât
ve manialara rağmen harika sadakatini ve nur’lara faik
alâkasını, sarsılmadan imana hizmetini bir kaç cihette
yapması gösteriyor ki, o küçük bir Hüsrev olduğu gibi,
tam bir Hasan Feyzi’dir. Fakat, ben orada iken, çok
ehemmiyetli ve enaniyetli bir sofi-meşrep eski memur-
lardan bir zat ve gayet mühim malûmatlı, dünya ile çok
alâkadar ve siyasî tüccar bir hoca, bana karşı ilişmedik-
leri için, ben de onları daire-i nura celp etmeye çalışma-
dım, onlara da ilişmedim. Şimdi Mehmed Feyzi ise, kas-
tamonu’yu onların nüfuzundan kurtarıp denizli gibi mu-
vaffak olamıyor. Hilmi, sadık ve Ahmed kureyşî gibi
nurun kahramanları da köylerde bulunduğundan, Fey-
zi’nin hizmeti bir derece hususî kalıyor. İnşaallah, bir va-
kit tam muvaffak olurlar.
kastamonu’nun zehra’ları, Hacer’leri, lütfiye’leri, Ul-
viye’leri, necmiye’leri başka bir sahada, hanımlar âle-
minde nur hizmetinde Feyzi’ye arkadaşlık ediyorlar.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
âlimane:
bilerek, bilene yakışır
tarzda.
bârekâllah:
Allah mübarek etsin,
hayırlı ve bereketli olsun.
celp:
elde etme, kendine çekme.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, gerçek,
| 386 | Emirdağ Lâhikası – ı
Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cihet:
yan, yön, taraf.
daire-i Nur:
Risale-i Nur hiz-
meti.
derç:
sokma, arasına sıkış-
tırma.
ehemmiyetli:
önemli.
emanet:
emniyet edilen kim-
seye bırakılan şey, eşya veya
kimse.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
faik:
üstün, seçkin, ileri, yük-
sek.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
hususî:
özel.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
malûmat:
bilgi.
mânia:
meneden şey, engel,
özür, zorluk.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müşkülât:
müşküller, güçlük-
ler, zorluklar.
Nur:
Risale-i Nur eserlerinin
her biri.
nüfuz:
bir kimsenin emir ve
hükümlerinin işlemesi, geçerli
olması.
risale:
Küçük kitap; Risale-i
Nur kitaplarından her biri.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
serkâtip:
baş kâtip.
siyasî:
siyasetle uğraşan, siya-
set adamı.
sofîmeşrep:
tasavvuf ehli, ri-
yazet ve nefisle mücahede ile
hakikate ermeye çalışan.
tüccar:
ticaret yapan, ticaretle
uğraşan kimse, tacir.
zat:
kişi, şahıs, fert.