heyecanla şevke getiriyor” diye fıkrası hakikat olduğuna
pek çok hâdiseler var. Masum mahdumu da hafızlığa
başlaması, inşaallah muvaffak olacak, ceddinin ve pede-
rinin mübarek hafızlık ünvanlarını daimileştirecek.
Medrese-i nuriyenin elmas kalemli kahramanlarından
Mustafa Yıldız’ın, sureten kısa ve manen uzun ve kıy-
metli mektubunda, Medrese-i nuriyenin kahramanlarına
havale edilen sikke-i gaybiye’nin yağlı kâğıda yazılması-
nı üç dört hüdhüdün manen alkışlaması gösteriyor ki, in-
şaallah sikke-i gaybiye Medrese-i nuriyede parlak bir
tarzda çıkacak ve güzel fütuhat yapacak.
kahraman tahirî’nin gönderdiği kısa münacat, sıh-
hatlidir. Fakat yalnız baştaki kısmın tercümesi var. Şim-
di tam tercüme etmeye hâlim müsaade etmiyor; aynen
yazılsın. Bu kısacık münacat gösteriyor ki, enaniyet-i
nefsiye ve hissiyat-ı hayatiye, risale-i nur’un telifi zama-
nında hükmetmemişler, nurların ihlâs ve safiyetini bu-
landırmamışlar. eski Harb-i Umumîde, daima şehit ol-
maya muntazır olduğumdan,
İşaratü’l-İ’caz
tefsiri tam,
halis yazıldığı gibi, bu münacattaki tam rabıta-i mevtin
kuvvetli tezahürü dahi, nurların sâfi ve halis bir mahiyet
almasına vesile olmuş, inşaallah hissiyatı nefsaniye karış-
mamış.
nurların birinci medresesi olan ve ben ruhen çok alâ-
kadar olduğum Barla’nın ehemmiyetli genç şakirtlerin-
den, aynen denizli’den bana gelen Ahmed gibi, Meh-
med gibi, bir Ahmed ve Mehmed buraya geldiler ki, o
Emirdağ Lâhikası – ı | 393 |
man Aleyhisselâm arasında mu-
habereye vesile olduğundan meş-
hur ve mübarektir).
hüküm:
hakimiyet, nüfuz, ku-
manda.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
mahdum:
oğul, evlât.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ni-
teliği.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
manen:
mana bakımından, ma-
naca.
masum:
küçük çocuk.
medrese:
ders okutulan yer.
medrese-i Nuriye:
nur medresesi;
Risale-i Nur’ların okunduğu yerler.
muntazır:
bekleyen, gözeten.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
münacat:
dua.
müsaade:
izin; elverişli, uygun
olma durumu.
peder:
baba.
rabıta-i mevt:
ölüm bağı, ölü-
münü düşünerek dünyanın fânî
olduğunu mülâhaza etmekle nef-
sin desiselerinden kurtulma.
ruhen:
ruh bakımından, ruh yö-
nünden, ruh olarak.
safî:
saf olan, duru, katıksız, katı-
şıksız.
safiyet:
saflık, halislik, temizlik.
sıhhat:
sahihlik, doğruluk, gerçek-
lik.
sureten:
suret olarak, görünüş iti-
bariyle.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şehit:
vatan, bayrak, inanç gibi
yüce değerler uğrunda ölen Müs-
lüman kimse.
şevk:
keyif, neşe, sevinç.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefsir:
açıklama, izah.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tezahür:
görünme, belirme, or-
taya çıkma.
ünvan:
şöhret, ad, isim.
vesile:
bir şeyle uğraşmayı müm-
kün kılan, yol, vasıta.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
cet:
dede, büyük baba, ata.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehemmiyetli:
önemli.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
enaniyet-i nefsiye:
nefsin
benliği, gururu, enaniyet gös-
termesi.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fütuhat:
fethetmek, yayılmak.
hâdise:
olay.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tama-
men ezberleyen ve okuyan
kimse.
hakikat:
gerçek, doğru.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
harb-i Umumî:
genel harp,
umumî savaş; 1914-1918 yıl-
ları arasında cereyan eden Bi-
rinci Dünya Savaşı.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hissiyat-ı nefsanîye:
nefse ait
duygular.
hüdhüd:
bir kuş ismi, çavuş
kuşu veya ibibik denilir, (Hz.
Süleyman’ın zamanında, Hicaz
ile Yemen arasındaki Saba
nam yerde melike olan ve gü-
neşe tapan Belkıs ile Süley-