Sani yen:
kat’iyen biliniz ki, bu dehşetli itabı gördü-
ğümün sebebi, istirahat için bir arzu nev’inde ve bir te-
menni tarzında, bir otomobille gezmeye gittiğim vakitte,
otomobilci dedi ki: “küçücük otomobiller çıkmış, bin li-
ra gibi bir fiyatla satılıyor.”
Ben de temenni nev’inden dedim ki: “keşke, öyle bir
emanet küçük otomobil elimize geçseydi, sair yerlerdeki
nurcu kardeşlerimi ziyaret etseydim” demiştim.
Buna hakikî ve ciddî bir karar vermemiştim. Bir arzu
iken, buradaki iki has kardeşimiz, bu arzuyu ciddî bir ka-
rar zannedip bin lira değil, dört bin liraya kadar fedakâ-
râne çalışmışlar. Buraya geldikleri vakit, yedi saat mem-
nuniyetle telâkki edip, o arzuyu bir dua-i makbule zan-
nettiğim hâlde, birden bu gecede manevî itiraz ve itap
gördüm. o arzumun hatasını anladım. Hiç görmediğim
bu tarz manevî itabın üç sebebi var; başka vakit izah edi-
lecek.
Bu otomobili alan beş kardeşimiz kat’iyen bilsinler ki,
değil beşinin bir otomobili sadaka ve ihsan ve hediye et-
mişler, belki onların hayırlı niyetleri cihetinde risale-i
nur dairesi hizmetinde herbiri tam bir otomobil fiyatı ka-
dar bir hediye bilfiil yapmışlar gibi manen kabul edildiği-
ne bana bir işaret ve kanaat var. Madem, kardeşlerim,
sizin halisâne bu hizmetiniz hakkınızda böyle makbuliyet
var. siz müteessir olmayınız. Beni de bu manevî itaptan
kurtarınız. Hem benim düstur-i hayatıma, hem risale-i
nur’un sırr-ı ihlâsına gelmek ihtimali bulunan zararı
çabuk tamir ediniz. Hem o otomobil burada kalmasın.
Emirdağ Lâhikası – ı | 399 |
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç sa-
hibi fakirlere yapılan yardım.
sair:
diğer, başka, öteki.
saniyen:
ikinci olarak.
sırr-ı ihlâs:
ihlas sırrı, samimiyet
ve doğruluğun sırrı.
tamir:
yapılan hatayı düzeltme.
tarz:
biçim, şekil.
telâkki:
kabul etme, alma.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
zan:
sanma, kesin olarak bilmek-
sizin kuvvetli ihtimalle hükmetme.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua-i makbul:
makbul dua,
kabul olunur dua.
düstur-i hayat:
hayat kanunu,
hayat kaidesi.
emanet:
geri alınmak üzere
bırakılan şey.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
hakikî:
gerçek, sahici.
halisâne:
temiz kalplilikle, sa-
mimî bir şekilde, sırf Allah rı-
zasını gözeterek.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ihtimal:
olabilirlik.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
itap:
azarlama, rencide etme.
itiraz:
kabul etmediğini belir-
tip karşı çıkma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
memnuniyet:
memnunluk,
razılık, sevinçli oluş, mesruri-
yet.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
nev:
cins.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-