nurlara tam şakirt ve naşir olmaları bu yağmura vesile
oldu.”
Çünkü şimdiye kadar çok tecrübelerle, risale-i nur’un
serbest intişarıyla belâların ref’i ve ona ilişmek ve sustu-
rulmakla belâların gelmesi sabit olmuş, hatta mahkeme-
de ispat edilmiş. Anlaşılıyor ki, bu bahar fırtınasında iki
haricî, iki dâhilî dört cereyan, herbiri bir maksada göre
ve nurcuların şevkine ve sa’ylerine ilişmek ve yüzlerini
dünyaya ve siyasete çevirmek istemelerinden kuraklık
başladı, inşaallah yakında ref olur.
ì®í
Œ
172
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Bütün tarih-i beşeriyede, kat’iyen misli görülmemiş ve
kavm-i lût’un başına yağan semavî taşlardan daha müt-
hiş taşlar, dinsizlik hesabına milyonlarla ehl-i imanı ve
masumları edyan-ı semaviye ve kavanin-i İlâhiye harici-
ne dehşetli vasıtalarla sevk eden bir memleketi semavî
taşlarla tokatlamasının bir mukaddemesi olarak, resmî
gazetelerin kat’î haber verdikleri bir hâdise-i semaviyeyi,
âdetime muhalif olarak bir nur Şakirdi bana haber ver-
di. dedim: Yirmi beş sene gazetelerin havadislerini me-
rak etmedim. Fakat bu taşlar, risale-i nur’un dinsizlere
manevî tokatlarını temsil ettiği cihette ve beş-altı sene
evvel ondan haber verdiği için o şakirde dedim: “git,
yalnız o hâdiseyi tamamıyla oku, tahkik et.” o tahkik
Emirdağ Lâhikası – ı | 395 |
den, saçan, açan.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
ref:
kaldırma, giderme.
resmî:
devletin olan, devlete ait,
devletle ilgili.
sabit:
durağan, değişmeyen; ispat-
lanmış.
sa’y:
çalışma, çabalama, gayret
etme, iş görme, emek sarf etme.
semavî:
semaya ait, gökten ge-
len.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
sıddık:
çok doğru, çok dürüst.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tahkik:
inceleme, araştırma.
tarih-i beşer:
insanlığın geçmişi,
insanlık tarihi.
temsil:
bir şeyin sembolü olma.
vasıta:
alet, araç.
vesile:
bahane, sebep.
âdet:
her vakit yapılan.
aziz:
değerli.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset
hareketi.
cihet:
yön, görüş açısı.
dâhilî:
içe ait; yurt içi.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
edyan-ı semaviye:
semavî
dinler, Allah tarafından gönde-
rilmiş olan hak dinler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evvel:
önce.
haber:
ilim, malûmat, bilgi.
hâdise:
haber.
hâdise-i semaviye:
gök hâdi-
sesi.
haricî:
dışa ait, dışarı ile ilgili.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
havadis:
haberler.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
intişar:
yayılma, dağılma, neş-
rolunma.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kavanin-i ilâhiye:
İlâhî kanun-
lar, prensipler, Cenab-ı Allah’ın
kâinattaki kanunları.
maksat:
gaye.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
misil:
benzer, eş, nazır, tıpkısı.
muhalif:
zıt, aykırı.
mukaddeme:
başlangıç, giriş.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
naşir:
dağıtan, yayan, neşre-