Œ
175
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
Madem Isparta nur dershanesi hükmüne geçmiş ve
şimdiye kadar her yerden ziyade oranın hükûmeti ve za-
bıtası müsamahakâr, belki dost nazarıyla nurculara bak-
mış, ziyade incitmemiş; biz dahi Isparta’nın mübarekiye-
ti hesabına onların bu hâdisede ilişmelerinden gücenmi-
yoruz ve bir cihette onları da tebrik ediyoruz ki, nurun
eczalarını vazifece tetkik etmeye ve okumaya ve istifade
etmeye muvaffak oluyorlar. zaten onların hakkıdır, en
evvel onlar okusunlar. İmanı kuvvetli bir zabıta veya ad-
liye memurunun, on adam kadar millete ve vatana
faydası olabilir. onun için, maddî zayiatımız, bu manevî
faydaya nispeten hiç ehemmiyeti yok. Münasip gelse,
benim tarafımdan da emniyet Müdürü ve Müddeiumu-
mîye selâm edip deyiniz ki: “Ben onlara beddua değil,
bilâkis dua ediyorum ki: Yâ rabbi! onlara iman-ı kâmil
ve hüsn-i hâtime ver ve nurlardan müstefid yap.”
ì®í
Œ
176
œ
Aziz,SıddıkKardeşlerim!
gerçi şimdi ayrı ayrı kasabalarda kardeşlerimi görüp,
nur hizmetinde bir cihette yardım etmek için, beş karde-
şimizin benim için minnetsiz olarak aldıkları otomobil,
bir cihette kırk bin lira kadar faydası ve lüzumu varken,
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
beddua:
bir kimsenin kötü olması
için dua, kötü dua.
bilâkis:
aksine, tersine.
cihet:
görüş, görüş açısı.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
evvel:
önce.
gerçi:
her ne kadar.
hâdise:
olay.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüsn-i hatime:
iman ile ahirete
gitmek, kelime-i şehadet söyleye-
rek ölmek.
iman-ı kâmil:
mükemmel iman.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
maddî:
madde ile alakalı, cismanî.
| 402 | Emirdağ Lâhikası – ı
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
manevî:
maddî olmayan, içe
ait, mana ile ilgili.
minnet:
bir iyilik karşısında
yük altında kalma, kendini
manevî olarak borçlu his-
setme.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
mübarekiyet:
mübareklik, fe-
yizlilik, bereketlilik.
müddeiumumî:
savcı.
münasip:
uygun.
müsamahakâr:
müsamaha
eden, müsamahalı davranan,
hoş gören, göz yuman.
müstefit:
istifade eden, fay-
dalanan, kazanan.
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
Nur:
Risale-i Nur eserlerinin
her biri.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
rabbi:
benim Rabbim, Al-
lah’ım.
selâm:
barış, rahatlık, selamet
ve esenlik dileme.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
vazife:
yapılması bir kimseye
ısmarlanan iş.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
zayiat:
zarar ve ziyan; kayıp-
lar, yitikler.
ziyade:
çok, fazla.