Œ
179
œ
Bu şaşaalı baharın
(HaşİYe)
çiçeklerini temaşa etmek
için araba ile bir iki saat geziyorum. Hiç hayatımda gör-
mediğim bir tarzda bütün çiçekli otlar, âdetin fevkinde
bir tarzda büyümüş, çiçekler açmış, tebessümkârâne tes-
bihat edip, lisan-ı hâl ile sani-i zülcelâl’lerinin sanatını
takdir edip alkışlıyorlar gibi hakkalyakîn hissettiğimden,
hayat-ı dünyeviyeye müştak hissiyatım ve gafil ve taham-
mülsüz nefsim bu hâlden istifade ederek, dünyadan nef-
ret ve hastalıklı ve sıkıntılı hayattan usanmak ve berzaha
gitmeye ve oradaki yüzde doksan dostlarını görmeye iş-
tiyak cihetinde karar veren kalbime ve fânîde bâkî zevk
arayan nefsime itiraz geldi.
Birden hissiyata da, damarlara da sirayet eden iman
nuru o itiraza karşı gösterdi ki:
Madem toprak bu kadar cemal ve rahmet ve hayat ve
ziynetlere maddî cihetinde mazhar olmasından hadsiz bir
rahmetin perdesidir ve içine giren hiçbir şey başı boş kal-
mıyor; elbette bütün bu zahirî ve maddî ziynetlerin ve gü-
zelliklerin ve hüsün ve cemal ve rahmet ve hayatın
manevî merkezlerinin ve bir kısım tezgâhlarının faal bir
nev’i, toprak perdesinin altında ve arkasındadır. elbette
Emirdağ Lâhikası – ı | 407 |
madem:
...den dolayı, böyle ise.
manevî:
madde dışı olan, maddî
olmayan, manaya ait.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma; nail olmuş, erişmiş, ka-
vuşmuş.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de kö-
tülüğe de meyli olan duygu.
nevi:
çeşit.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi ve her şeyi sanatla yaratan
Allah.
sirayet:
yayılma, dağılma.
şaşaalı:
parlak, gösterişli.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tebessümkârâne:
tebessüm ede-
rek, gülümseyerek.
temaşa:
bakma, bakıp seyretme.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hakkın
bütün noksan sıfatlardan uzak ve
bütün kemal sıfatlara sahip oldu-
ğunu ifade eden sözler.
tezgâh:
dokuma aleti.
zahirî:
görünen, görünürdeki, gö-
rünüşteki.
ziynet:
süs, bezek.
HaşİYe:
Bu senenin emsalsiz bir rahmetli yağmuru ve ordunun başın-
dan şapkanın kısmen kalkması ve kur'ân mekteplerinin resmen açıl-
ması ve
Zülfikar
,
Asa-yıMûsa
’nın iman kurtarmak için tesirli bir suret-
te intişar etmesi, bunun gibi çok rahmetli neticeleri vermesine delildir.
Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz.
âdet:
tabiatta var olan kanun.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
berzah:
ruhların kıyamete ka-
dar bekleyeceği, dünya ile ahi-
ret arasındaki yer.
cemal:
güzellik, Cenab-ı
Hakk’ın lütuf ve ihsanı ile te-
cellisi.
cihet:
yan, yön, taraf.
faal:
çok işleyen, daima hare-
kette bulunan, çok çalışan, ak-
tif.
fânî:
muvakkat, geçici.
fevkinde:
üstünde.
gafil:
olanın bitenin farkında
olmayan.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkalyakin:
imanî mesele-
lerin hakikatini tam olarak an-
lama.
hayat-ı dünyeviye:
dünyaya
ait olan hayat.
hissiyat:
hisler, duygular.
hüsün:
iyilik, hoşluk.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
iştiyak:
şevklenme, göreceği
gelme, özleme, tahassür.
itiraz:
kabul etmediğini belir-
tip karşı çıkma.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
maddî:
maddeye ait, madde
ile alâkalı, cismanî.