Œ
168
œ
Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyoruz ki, Medrese-
tüzzehra’nın erkânları, hakikî bir tesanüt ve sarsılmaz bir
ittihat kerametiyle, bütün müşkülâta ve mânialara galebe
edip nurun elmas
Zülfikar
’larını ve harika mu’cizatlı hüc-
cetlerini muhtaçlara yetiştirmeye muvaffak oluyorlar. Bu
neticeye mukabil çektiğimiz zahmet bin derece ziyade ol-
sa da ucuzdur, ehemmiyeti yoktur.
kardeşimiz re’fet’in mektubunda Münevvere, nazmi-
ye, saim namında üç masumun üç ayda
elif
’ten başlayıp
kur’ân-ı Hakîm’i hatmetmeye muvaffak olmalarından ve
kur’ân dersiyle beraber nur hakikatlerini ve hakaik-ı
imaniyeyi masumâne, müştakane dinlemeleri için onları
ve üstatlarını ve peder ve validelerini tebrik ediyoruz.
Münevvere ve nazmiye, Abdülbaki ve Mehmed Celâl’in
nur hizmetinde noksan kalan vazifelerini inşaallah tek-
mil edecekler.
Bizi ve risale-i nur’u çok minnettar eden kahraman
Burhan’ın mektubunda yazılan hastaya Cenab-ı Hak şifa
versin ve kardeşimiz zekâi’nin vefat eden validesine çok
rahmet eylesin. Âmin.
nurun erkânından ve hocalar kısmının yüzünü ak
eden nurun santralı sabri’nin mektubunda, merhum
Hafız Ali, Hasan Feyzi ve onların halefi ve vazifelerini
gören Ahmed Fuad’ın, ihtiyar ve vazifesi bitmek üzere
olan bu bîçare üstadlarına bedel ömrünü feda etmek,
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
bedel:
karşılık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
elmas:
çok kıymetli bir mücevher.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
feda:
uğruna verme, kurban olma.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek, sahici.
halef:
birinin yerine geçen, birinin
yerini tutan.
hatim:
Kur’ân-ı Kerîm’i başından
sonuna kadar okuyup bitirme.
hüccet:
delil.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
mânia:
meneden şey, engel, özür,
zorluk.
masum:
küçük çocuk.
masumâne:
masumca, suçsuz ve
günahsız bir şekilde.
| 384 | Emirdağ Lâhikası – ı
medresetüzzehra:
Bediüzza-
man’ın doğuda (Van) yapılma-
sını idarecilere teklif ettiği, fen
ilimleriyle din ilimlerinin bir-
likte okutulmasını düşündüğü
üniversite.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekleri
büyük harika işler.
mukabil:
karşılık.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
müşkülât:
müşküller, güçlük-
ler, zorluklar.
müştakane:
iştiyak ve arzu
ile, çok isteyerek.
nam:
ad, isim.
Nur:
Risale-i Nur.
peder:
baba.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, esirgeme, bağışlama,
şefkat gösterme.
şifa:
bedenî ve ruhî bir hasta-
lığın son bulması, sağlığına ka-
vuşma.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tekmil:
tamamlama, kemâle
erdirme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine
dayanma ve destek olma.
üstat:
öğretici; muallim, öğret-
men, usta, sanatkâr.
valide:
ana, anne.
vazife:
dinî mükellefiyet, yü-
kümlülük.
vefat:
ölüm.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
ziyade:
çok, fazla.