değildir diye, ehl-i sünnet ve’l-Cemaat, sahabeler zama-
nındaki fitnelerden bahis açmayı men etmişler. Çünkü
Vakıa-i Cemelde Aşere-i Mübeşşereden zübeyir ve
talha ve Aişe-i sıddıka (
rA
) bulunmasıyla ehl-i sünnet
Velcemaat, o harbi, “İçtihat neticesi” deyip, “Hazret-i
Ali (
rA
) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihat neticesi ol-
duğu cihetle affedilir.”
Hem Vehhabîlik damarı, hem müfrit rafızîlerin mez-
hebleri İslâmiyete zarar vermesin diye, sıffîn Harbindeki
bağîlerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar.
Haccac-ı zalim, Yezid ve Velid gibi heriflere ilm-i ke-
lâmın büyük allâmesi olan sa’deddin-i taftazanî, “Yezi-
de lânet caizdir” demiş; fakat “lânet vaciptir” dememiş.
“Hayırdır ve sevabı vardır” dememiş. Çünkü, hem
kur’ân’ı, hem peygamberi, hem bütün sahabelerin
kudsî sohbetlerini inkâr eden hadsizdir. Şimdi onlardan
meydanda gezenler çoktur. Şer’an, bir adam, hiç mel’-
unları hatıra getirmeyip lânet etmese, hiçbir zararı yok.
Çünkü, zem ve lânet ise, medih ve muhabbet gibi değil;
onlar, amel-i salihte dâhil olamaz. eğer zararı varsa, da-
ha fena…
İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhabîlik damarıyla en
ziyade İslâmiyeti ve hakikat-i kur’âniyeyi muhafazaya
memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip,
ehl-i hakikati Alevîlikle itham etmekle birbiri aleyhinde
istimal ederek dehşetli bir darbeyi İslâmiyete vurmaya
çalışanlar meydanda geziyorlar. sen de bir parçasını
Emirdağ Lâhikası – ı | 351 |
gibi imana ait meselelerden İslâmî
esaslar dairesinde delil ve bürhana
dayalı olarak bahseden ilim.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
istimal:
kullanma.
itham:
suç isnat etme, suçlama.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lânet:
beddua, ilenç.
medih:
övmek.
mel’un:
herkesin lânet ve nefret
ettiği kimse.
men:
yasak etme, engelleme.
mezhep:
ilim ve felsefede takip
edilen yol, meslek, çığır.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
müfrit:
ifrat eden, bir konu veya
bir işte aşırıya kaçan.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan.
münafık:
nifak sokan, arabozucu;
kalbinde küfrü gizlediği halde
Müslüman görünen.
rafızî:
ehl-i sünnete aykırı akide
veya fikir sahibi olan kimse.
sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sıffin:
Hz. Ali ile Hz. Muaviye’nin
savaştığı yer ve bu savaşın adı.
şer’an:
şeriata göre, şeriat bakı-
mından, şeriatça.
vacip:
zorunlu, yapılması gerekli
olan.
Vakıa-i Cemel:
Cemel Olayı, Müs-
lümanlar arasında 657 senesinde
meydana gelen acı veren olay.
Vehhabî:
Muhammed bin Abdül-
vehhab tarafından geçen asırda
Arabistan’da meydana getirilen İs-
lâmî bazı meselelerde ifrat eden
ve Arap milliyetçiliği yapan mez-
hep.
zem:
yerme, kınama, ayıplama.
ziyade:
çok, fazla.
alevî:
Hz. Ali’ye hususî ilgi gös-
teren, ona taraftar olan.
aleyh:
ona karşı, onun üze-
rine.
allâme:
ilmî seviyesi çok yük-
sek olan âlim.
amel-i salih:
Allah rızasına uy-
gun hayırlı iş, dine uygun ha-
reket, davranış.
aşere-i mübeşşere:
Cennetle
müjdelenen on Sahabî. (Hz.
Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Os-
man, Hz. Ali, Hz. Abdurrahman
bin Avf, Hz. Ubeyde bin Cerrah,
Hz. Said Bin Zeyd, Hz. Saad bin
Ebî Vakkas, Hz. Ubeydullah bin
Talha, Hz. Zübeyir ibnü’l-Av-
vam.).
bâğî:
isyan eden, meşru ida-
reye başkaldıran.
bahis:
konu.
caiz:
yapılması veya yapılma-
masında sakınca olmayan, uy-
gun.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dâhil:
giren, katılan.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah
adamı.
fenâ:
kötü iyi olmayan, uy-
gunsuz (olan.
fitne:
arabozan, fesat, karıştı-
rıcı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikati, Kur’ân’ın ifade ettiği
gerçek.
harp:
savaş.
içtihat:
fikir, kanaat, görüş
açısı.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Ce-
nab-ı Hakkın zat ve sıfatların-
dan, nübüvvet, haşir, kader