Œ
150
œ
(2)
o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ`r
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
Aziz,SıddıkKardeşlerimveNurŞakirtlerininKüçük
Pehlivanları!
Asa-yıMûsa
ahirlerinde, bazı nüshalarında mübarek-
ler pehlivanı büyük ruhlu küçük Ali namında bir karde-
şimizin sualine karşı verdiğim bir cevap var. onu okuyu-
nuz ki, o zata bazı muterizler risale-i nur’un kıymetini
bir derece kırmak için demişler: “Herkes Allah’ı bilir. Adî
bir adam, bir velî gibi Allah’a iman eder” diye, nurların
pek yüksek ve pekçok kıymettar ve gayet lüzumlu tahşi-
datını ziyade göstermek istemişler.
Şimdi, İstanbul’da, daha dehşetli bir fikirde, anarşî fi-
kirli küfr-i mutlaka düşmüş bir kısım münafıklar, risale-i
nur gibi, ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes
muhtaç olduğu imanî hakikatlerine ihtiyacı düşürmek de-
sîsesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir.
onu, daha yeni ders almaya ihtiyacımız çok yok” diye
mukabele etmek istiyorlar.
Hâlbuki Allah’ı bilmek, bütün kâinata ihata eden rubu-
biyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî her
şey onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle
olduğuna kat’î iman etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki
olmadığına ve
(3)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
’
kelime-i kudsiyesine,
hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur.
adî:
basit, bayağı, sıradan.
ahir:
son.
anarşi:
kargaşa, karışıklık.
aziz:
değerli.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı,
esası.
ihata:
kuşatma, içine alma.
imanî:
imana dair olan, imanla il-
gili.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
kabza-i tasarruf:
idare eli, tasar-
rufu altında olma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten ve
samimî olarak.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kelime-i kudsiye:
yüce, kudsî söz.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
küfr-i mutlak:
mutlak küfür, hiç
bir imanî hükmü, delili kabul et-
meme, kesin ve tam bir inkar.
küllî:
bütün olan, tümel.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
muteriz:
itiraz eden, karşı çıkan,
itirazcı.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
nam:
ad, isim.
Nur:
Risale-i Nur.
nüsha:
birbirinin aynı olan ya-
zılı metinlerden her biri.
rububiyet:
Cenab-ı Hakk’ın
her zaman, her yerde, her
mahluka muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onu terbiye et-
mesi ve idaresi altında bulun-
durma vasfı.
sıddık:
çok doğru, çok dürüst.
sual:
soru.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şerik:
ortak, hissedar.
tahşidat:
yığmalar, biriktirme-
ler, toplamalar.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
3.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
| 348 | Emirdağ Lâhikası – ı