ve hayır var içinde. Ben kendim, bundan bir cihette
memnunum; siz de hiç müteessir olmayınız. zaten be-
nim vazifem bitmek üzeredir. risale-i nur, hususan mec-
muaları, herbir nüshası, said’e karşı hüsnüzannınızın
fevkinde onun vazifesini görebilir ve görüyor. Ve nur
Şakirtlerinin haslardan herbir fedakârı, o said’in vazife-
sini mükemmel görebilir. İnşaallah ileride tam görecek-
ler. Bir said içinizde noksan olmakla, yüzer manevî sa-
id olan mecmualar ve binler maddî said’ler, içinizde ha-
lis ve mükemmel o vazifeyi görebilirler ve görüyorlar. Bu
hakikate binaen, benim şahsıma ve başıma gelen hadi-
selere çok ehemmiyet vermeyiniz. Yalnız çok dua ediniz.
zaaf ve ihtiyarlık ve ziyade teessüratıma, bence makbu-
liyetleri şüphesiz olan dualarınızla yardım ediniz.
kahraman tahirî’nin nurcu masume, merhume mü-
barek Hicret’i dünyadan cennete hicret etmesi, hakika-
ten beni mahzun eyledi. öyle bir nur Şakirdi ve masum
taifesinin ehemmiyetli bir çalışkanı gitmesi, nur hesabı-
na da beni müteessir etti. İnşaallah onun yerine çoklar
girecek, yerini boş bırakmayacaklar. nasıl ki şimdiden
Uşaklı küçücük Haydar meydana çıktı, hicret eden hem-
şiremin vazifesini göreceğim diye bizi mesrur eyledi. Ce-
nab-ı Hak, Hicret’in peder ve validesine ve akrabasına
sabr-ı cemîl ihsan edip, Hicret’i onlara şefaatçi eylesin ve
o merhumeyi de merhume hemşirem Hanım’la cennet-
te mesrur eylesin. Âmin.
Uşaklı Haydar’a benim tarafımdan onu tebrik ve nur
hizmetinde tevfikine dua ettiğimi ve nurun masumlar
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cihet:
yön, sebep, vesile.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehemmiyetli:
önemli.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
fevkinde:
üstünde.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikaten:
hakikat olarak, doğ-
rusu, gerçekten.
halis:
her amelini, yalnız Allah rı-
zası için işleyen.
has:
ileri gelen, seçkin olan.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
hicret:
bir yerden bir yere göç
etme, göç.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulunup, iyi
olacağını düşünmek.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
| 310 | Emirdağ Lâhikası – ı
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mahzun:
hüzünlü, kederli,
üzüntülü.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
küçük çocuk.
masume:
küçük kız çocuğu.
mecmua:
toplanıp, biriktiril-
miş, düzenlenmiş yazıların
hepsi.
merhume:
vefat etmiş, rah-
mete kavuşmuş kadın.
mesrur:
sevinçli, memnun.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
nüsha:
birbirinin aynı olan su-
retlerin her biri.
peder:
baba.
sabr-ı cemîl:
güzel sabır; Al-
lah’tan gelen bir acıya da-
yanma, katlanma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme.
taife:
takım, güruh.
teessürat:
teessürler, keder-
ler, elemler, acılar.
tevfik:
Allah’ın yardımı, başa-
rılı kılması.
valide:
ana, anne.
Zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
ziyade:
çok, fazla.