müteaddit vecihle ben Ispartalı olduğum gibi, o mübarek
şehir, taşıyla, toprağıyla nazarımda çok ehemmiyeti var;
ve nurların Camiü’l-ezher’i ve Medresetüzzehra’sının
merkezi hükmündedir.
Benim tarafımdan o musibetzedelere deyiniz ki:
“nass-ı hadisle, böyle musibetlerde, ehl-i imanın zayi
olan malları tam sadaka hükmündedir. Hususan bu za-
manda, yüz sadaka kadar o fânî malları, bâkî ve daha
çok ebedî mallara inkılâp ederler. onun için, sabır için-
de bir cihette şükretmek gerektir. İnşaallah, dünyada da-
hi o keffaretü’z-zünub olan zayiatın yerine erhamürrahi-
mîn ihsan eder. geçmiş olsun, başınız sağ olsun, fayda-
sız merak etmeyiniz” deyiniz.
San i yen:
Bu çeşit kazaların bir sebebi: Beşerin çir-
kin bir hatası bulunmasından, bu ramazan-ı şerifin hür-
metini ve kıymetini muhafaza etmek ve nurları himaye
etmeye, her yerden ziyade nurların menbaı ve medrese-
si olan Isparta borçludur ve vazifesidir. Ve sefahetlere
karşı şeair-i İslâmiyeyi muhafaza etmekle mükelleftir.
ì®í
Œ
123
œ
Hem meselâ
(1)
n
?n
Ór
an
’r
G o
âr
?n
?n
N É'
ªn
d n
?n
’r
ƒn
d n
?n
’r
ƒn
d
beyanın-
da “Bu hitap zahiren Hazret-i peygamber Aleyhissalâtü
Vesselâma müteveccih ise de, zımnen hayata ve ze-
vilhayata racidir” fıkrası, tadile muhtaçtır. Çünkü, küllî
aleyhissalâtü Vesselâm:
‘salât ve
selam onun üzerine olsun’ anla-
mında Hz. Muhammed’e dua.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğlu.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cihet:
yön, görüş açısı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
Erhamürrâhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi olan Al-
lah.
fânî:
muvakkat, geçici.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hürmet:
haysiyet, şeref.
ihsan:
iyilik etme, güzel dav-
ranma, bağışlama, ikram etme, lü-
tuf, bağış, yardım.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir hale
geçme, değişme, dönüşme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kaza:
can veya mal kaybına se-
bep olan iş, hâdise.
kefaretü’z-zünup:
günahların ke-
fareti.
kıymet:
değer.
küllî:
bütün olan, tümel.
medrese:
ders okutulan yer.
menba:
kaynak.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
muhafaza:
koruma.
musibet:
felaket, bela.
musibetzede:
musibet görmüş,
felâkete uğramış, belâya, kazaya
uğrayan.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan, bir şeyi yapmaya mecbur
olan, vazifeli.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
nass-ı hadis:
hadisin delil ol-
ması.
nazar:
bakış, bakış açısı.
Nur:
Risale-i Nur.
raci:
münasebeti, nispet ve il-
gisi olan, dokunan, dair.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
saniyen:
ikinci olarak.
sefahat:
yasak şeylere, zevk
ve eğlenceye aşırı derecede
düşkünlük.
şeair-i islâmiye:
İslâm’a ait
işaretler, İslâm’a sembol ol-
muş iş ve ibadetler.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
vecih:
cihet, yön.
zahiren:
görünüşte.
zayi:
elden çıkmış, zarar, zi-
yan.
zayiat:
zarar ve ziyan; kayıp-
lar, yitikler.
zevi’l-hayat:
hayat sahipleri,
canlılar.
zımnen:
açıktan olmayarak,
dolayısıyla, üstü kapalı olarak,
kapalı bir şekilde.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Sen olmasaydın [yâ Muhammed!], senolmasaydın kâinatı yaratmazdım. (Keşfü’l-Hatâ, 2:
164, hadîs no: 2123.)
| 302 | Emirdağ Lâhikası – ı