hakikat-i Muhammediye (
AsM
) hem hayatın hayatı, hem
kâinatın hayatı, hem İsm-i Azam’ın tecelli-i azamının
mazharı ve bütün zîruhların nuru ve kâinatın çekirdek-i
aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o
hitap doğrudan doğruya ona bakar. sonra hayata ve şu-
ura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder.
Hem meselâ, felsefeye temas eden bazı cümleler,
“Mürur-i zamanla kabuk bağlamış, sonra toprağa inkılâp
etmiş, sonra nebatat husule gelmiş, sonra hayvanat vü-
cuda gelmiş” gibi tabirler, icat ve hilkat-i İlâhî noktasın-
da felsefîdir ki, risale-i nur’un sanat ve icad-ı İlâhî cihe-
tindeki beyanatına münasip düşmüyor.
KardeşimAbdülmecid!
Her neyse, bu küçücük kusurla beraber, sen, haşir
hakkında, nur’un emsalsiz hüccetlerinden tam ve mü-
kemmel bir ders alıp, eski said’in mümtaz bir şakirdi ol-
duğun gibi, inşaallah risalei nur’un dahi mükemmel bir
şakirdi ve dikkatli bir muallimi olacağına kuvvetli bir hüc-
cettir. Ben müsait bir vakitte bazı kelimeleri ya ıslah ve
tadil ederek “Haşir Meselesine Bir İzahlı Haşiye” namın-
da lâhikaya dercetmek için senin gibi nurdan tam ders
alanlara göndereceğim. sen evlâtlarınla beraber Fuad,
hergün dualarımda ve manevî yanımda bulunuyorsunuz.
Ve senin şimdi vazife-i resmiye cihetiyle çocuklara
kur’ân-ı Azîmüşşanı okutmanı bütün ruh u canımla teb-
rik ediyorum. Bin barekâllah derim.
Emirdağ Lâhikası – ı | 303 |
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
mesele:
önemli konu.
meyve-i ekmel:
.
muallim:
ders veren, öğretmen.
mümtaz:
ayrıcalıklı, seçkin.
münasip:
uygun.
mürur-ı zaman:
zamanın geç-
mesi, zaman aşımı; zamanla.
müsait:
uygun, münasip.
nam:
ad, isim.
nazar:
bakış, fikir.
nebatat:
bitkiler.
Nur:
Risale-i Nur.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şuur:
bilinç.
tabir:
yorum, yorumlama.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
tecelli-i azam:
en büyük tecelli,
muazzam, celâlli ve heybetli te-
celli.
ubudiyet:
kulluk.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
bârekâllah:
Allah mübarek et-
sin, hayırlı ve bereketli olsun.
beyanat:
bir konuda yapılan
genel açıklamalar, bildiriler.
cihet:
yan, yön, taraf.
cihet:
yön, sebep, vesile.
çekirdek-i aslî:
asıl çekirdek,
öz; kâinatın özü, aslî çekirdeği.
derç:
sokma, içine alma.
emsalsiz:
benzersiz.
evlât:
çocuklar.
felsefe:
hikmet bilgisi.
felsefî:
felsefeye mensup, fel-
sefe ile ilgili.
gaye-i hilkat:
yaratılış gayesi,
maksadı.
hakikat-ı muhammediye:
Hz
Peygamberin manevî şahsi-
yeti, İslâmiyet’in aslı ve esası.
haşiye:
dipnot.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
husûl:
olma, meydana gelme.
hüccet:
delil.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
inkılâp:
bir hâlden diğer bir
hale geçme, değişme, dö-
nüşme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
ism-i azam:
en büyük isim.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
Lâhika:
Risale-i Nur mektup-
larının toplandığı eser.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar:
nail olma, şeref-
lenme.