Emirdağ Lâhikası - page 298

medar-ı hayrettir ki, dört defa şiddetli olduğu hâlde, hiç-
bir zarar olmadı. Bunun bir hikmeti budur:
kat’î emir verilmiş ki: “said’i cebren hükûmete getiri-
niz.”
Bekçiler ve bir onbaşı gelmişler. kapımı kapamıştım,
kilitlemiştim. onlar demişler: “Biz istifa ederiz, onun ka-
pısını kırmayacağız.” dönmüşler, gitmişler.
demek bu hususî zelzele müdafaatımdaki zelzeleler gi-
bi risale-i nur’la alâkadardır ki, bu defa hususî kaldı,
hem şiddetiyle beraber zararsız geçti.
eğer nurun buradaki küçücük medresesinin kapısını
kırsaydılar, elbette tokat ciddî olacaktı, yalnız ihtar için
olmayacaktı. gerçi bu taarruz cüzî ve hafif idi, fakat ben
gizlemem ki, hiç bu defa gibi damarıma dokunmamıştı.
Fakat nur ve nurcuların hatırı için, harika tahammül et-
tim. Çünkü o bedbaht, hükûmette, vazife sandalyesinde
bana şetmedip hizmetçime der: “git, ona söyle.” Hükû-
metin nüfuzunu serseri şahsına mal ederek meydan oku-
muş. Ve eski said’in bende irsiyet kalan damarıma çok
ilişti. Fakat fevkalâde ehemmiyetli olan sükûn ve temkin
ve itidal-i dem ve sabır ve tahammülün kat’î lüzumu be-
ni teskin etti.
Sal i sen:
Marangoz merhum Barlalı, harika sadakat-
li Mustafa Çavuş’un tam yerine geçen Medrese-i nuriye-
nin tam çalışkan kahramanlarından marangoz Ahmed’in
benim için sava’nın davraz dağında berzahî ve uhrevî
alâkadar:
ilgili, ilişki.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, zavallı.
berzahî:
kabir hayatıyla ilgili, ber-
zah âlemi ile ilgili.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet kul-
lanarak, mecburî.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
ehemmiyetli:
önemli.
fevkalâde:
olağanüstü.
gerçi:
her ne kadar...
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hususî:
özel.
ihtar:
dikkatini çekme, hatırlatma,
uyarı.
irsiyet:
soydan gelen, soyaçekim,
veraset.
istifa:
vazgeçme.
| 298 | Emirdağ Lâhikası – ı
itidal-i dem:
soğukkanlılık.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
medar-ı hayret:
hayret se-
bebi, hayrete sevk eden.
medrese:
ders okutulan yer.
medrese-i Nuriye:
nur med-
resesi; Risale-i Nur’ların okun-
duğu yerler.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
nüfuz:
itibar, yetki.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
salisen:
üçüncü olarak.
sükûn:
sakinlik, durgunluk,
hareketsizlik.
şetim:
sövme, küfür.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tahammül:
zora dayanma,
kötü ve güç durumlara karşı
koyabilme, katlanma.
temkin:
ağırbaşlılık, vakar, ih-
tiyatlı hareket etme.
teskin:
sakinleştirme, yatış-
tırma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vazife:
iş, memuriyet.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
1...,288,289,290,291,292,293,294,295,296,297 299,300,301,302,303,304,305,306,307,308,...1032
Powered by FlippingBook