gelmesi gösteriyor ki, risale-i nur bir vesile-i def-i belâ-
dır; tatile uğradıkça, belâ fırsat bulup gelir.
nurlara az zamanda çok hizmet eden Mustafa os-
man’ın gayet tevazukârâne ve mahviyetkârane mektubu,
tam onun halisâne sadakatini ve ihlâsını ispat edip on
beş senelik haslarla omuz omuza geldiğini gösterir. zaten
yazdığı
Asa-yıMûsa
mecmuası kuvvetli bir delildir. İşte
bu dakikada bunu yazarken, yine hafif zelzele başladı.
ì®í
Œ
116
œ
Emirdağ ZaBıTasıYLa Bir hasBihâL
“Hem insaniyet namına istediğim bir hukukuma karşı
yapılan, hayretimi mucip acip bir muamelenin sebebi
nedir?” diye bir sualim var.
Bi r inc i s i :
Bir seneden beri sakladığım şekvamı ver-
medim. Şimdi zabıtanın vasıtasıyla Ankara makamatına
vermek üzere bir zata gönderdik. dedim: Afyon emni-
yet Müdürü insaflıdır. ona da bir suret elden gönderdim.
ondan istirahatime dair bir eser beklerken, bilâkis beni
sıkıştıran zatlara yazmış: “Bu güzel yazı onun değil. kim
yazmışsa tahkik ediniz.”
Acaba çok kuvvetli ve ayn-ı hakikat o şekvayı nazara
almayıp lüzumsuz, ehemmiyetsiz, zararsız bir yazıyı me-
rak etmek, benim istirahatımı bozmak; bin liraya ehem-
miyet vermemek, beş paraya çok ehemmiyet vermek
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
belâ:
ceza, hak edilmiş ceza.
bilâkis:
aksine, tersine.
dair:
alakalı, ilgili.
delil:
iz, nişan, emare.
ehemmiyet:
önem, değer, kıymet.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
eser:
nişan, iz, alâmet.
gayet:
son derece.
halisâne:
temiz kalplilikle, samimî
bir şekilde, sırf Allah rızasını göze-
terek.
has:
ileri gelen, seçkin olan.
hasbihâl:
hâlleşme; görüşüp ko-
nuşma, sohbet.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka bir
karşılık beklemeksizin, sırf Allah
| 296 | Emirdağ Lâhikası – ı
rızası için yapma.
insaniyet:
insanlık, insanlık
mahiyeti.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
istirahat:
dinlenme, rahat-
lama.
mahviyetkârâne:
tevazu gös-
tererek, alçak gönüllülükle,
kendini küçük görerek.
makamat:
makamlar.
mecmua:
dergi.
muamele:
davranma, davra-
nış.
mucip:
icap eden, gerektiren.
nam:
yerine, vekillik.
nazar:
bakış, fikir.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sual:
soru.
suret:
nüsha, kopya.
şekva:
şikayet.
tahkik:
inceleme, araştırma.
tevazukârâne:
alçak gönüllü
olana yakışır şekilde, alçak gö-
nüllülükle.
vasıta:
aracı.
vesile-i def-i belâ:
belayı, mu-
sibeti defetmeye vesile olan.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.