Cenab-ı Hakk’ın adaleti iki türlü tecelli ediyor. Biri, her şeyi bir ölçü ve mizan içinde yerli yerine koymak şeklindedir. Eşyaya dikkatle bakıldığı zaman, her yönü ile ölçülü ve muvazeneli yaratıldığını görüyoruz.
Kâinatta, her şey ölçülü ve adil olarak yaratılmıştır. Bu da Allah’ın sonsuz adalet sahibi olduğunun en büyük delili oluyor.
İkinci tarz adalet ise, haksızları ve zalimleri cezalandırmaktır. Bunun en açık misali, geçmiş kavimlerin inkâr ve azgınlıklarına karşılık helak edilmeleridir. Ayrıca insanların işledikleri günahların ve ettikleri isyanların neticesi olarak bazı bela ve musibetlere maruz kalmaları da bu adaletin bir tecellisidir.
Bu adalet tam olarak bütün haşmetiyle ahirette tecelli edecektir. Öyle ki ahirette zerre kadar kötülük de iyilik de karşılıksız kalmayacak.
Beşinci Abbâsî halîfesi Harun Reşid, sarayın bahçesindeki bir gül fidanını çok beğenir. Bahçıvana; bu gülü îtinâ ile korumasını emreder. Bahçıvan da gülün üzerine âdetâ titremeye başlar. Her seher vaktinde ilk işi, o gülün bakımını eksiksiz yapmak olur. Yine bir sabah gülün bakımını yapmak için yanına gittiğinde bir de bakar ki, gülün dalına konan bir bülbül, ne kadar yaprak varsa hepsini gagalayarak yere düşürmüş. Büyük bir korku içerisinde Halîfe’ye koşup; “–Sultanım! Üzerine titrediğimiz gülün yapraklarını bir bülbül gagalayarak yere dökmüş”
Harun Reşid, bahçıvanın söylediklerini sükûnetle dinledikten sonra, telâş göstermeden şöyle der:
“–Üzülme bahçıvan efendi, üzülme! Bülbülün yaptığı yanına kâr kalmaz.”
Bahçıvan ise işine döner. Aradan henüz birkaç gün geçmiştir ki, bahçıvan, gülün yapraklarını düşüren bülbülü bir yılanın yakaladığını ve yutmak için otların arasında kaybolup gittiğini görür.
Heyecanla yine Halîfe’ye gelir; “–Sultanım! Bülbülü bir yılan yakalamış, yutarken gördüm.”
Sultan yine telâşsız; “–Merak etme efendi! Bülbülün âhı yılanda kalmaz.”
Bahçıvan yine işine döner. Bir ara bahçede çalışırken, bülbülü öldüren yılanın otların arasından kendisine yaklaşmakta olduğunu görür. Hemen elindeki küreğiyle vurarak yılanı öldürür.
Yine Halîfe’nin huzûruna gelip sevinç içerisinde; “–Sultanım! Bülbülü öldüren yılanı, ben de bahçede küreğimle öldürdüm.” der.
Harun Reşid yine sakin; “–Bekle bahçıvan efendi. Yılanın âhı da sende kalmaz.”
Nitekim çok geçmez, bahçıvan işlediği bir hata sebebiyle Halîfe’nin huzûruna çıkarılır ve cezalandırılması istenir. Halîfe de onun zindana atılmasını emreder. Askerler, yaka paça zindana doğru götürürken geriye dönen bahçıvan Sultan’a şunları söyler:
“–Sultanım! Kimsenin yaptığı yanına kalmıyor da, senin ki mi kalacak?”
Harun Reşid bir müddet sükût ettikten sonra, bahçıvana hitâben; «Doğru söyledin!» diyerek askerlere şu emri verir: “–Bırakın bahçıvanı, çiçeklerini sulamaya devam etsin.”
Bunun üzerine, Sultan ile bahçıvan arasındaki konuşmaya şâhit olan bir kimse şöyle der: “–Sultanım, gereken cezasını vermediğiniz takdirde bahçıvanın yaptığı, yanına kalmış olacak.”
Harun Reşid, bu sözler üzerine şu hakikati ifade eder: “–Hayır! Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Ahirete tehir edilir!”
Evet, bu dünya imtihan meydanı olduğu için, Cenab-ı Allah, imhal eder ama ihmal etmez. Yani, tabiri diğer ile, yarına bırakır ama yanına bırakmaz.