Geçmiş olaylar hakkında hüküm vereceğimiz zaman, olayın olduğu toplumun kültür, sosyal, eğitim vs gibi seviyelerini dikkate alarak o olay hakkında karar vermeliyiz. Zamanımızın şartları ile tarihî olayları değerlendirirsek çok yanılır veya sağlıklı karar veremeyiz.
İnsanlık belli aşamaları geçerek gelişimini sürdürüyor. İnsanın gelişim basamakları “beşer, insan ve âdem” diye sıralanır. Beşer dendiği zaman çok cahil bir hayvanî boyuttan bahsedilir. Âdem dendiği zaman bu kişi dil ve medeniyet öğrenmiştir diye anlaşılır.
İnsanlık önce vahşî bir hayat yaşadı. Bugün ilim bunu söylüyor. İbni Arabî ve Bediüzzaman gibi din bilginleri, insanlığın başının vahşet olduğunu söyler. Bediüzzaman “Vahşet devri dinlerle, hükûmetlerle tebdil edilmiş, nimmedeniyet [yarı medeniyet] devri açılmış.” (Mektubat, s. 430) der.
İlmin gelişim seviyesinde insanlar önce taşları yonttu, sonra ziraat aletleri yaptı ve ateşi buldu. Yazıyı bulması ile mitolojiler devri başlamış oldu. Milattan 500 yıl önce ve milattan 200 yıl sonraya kadar felsefenin saltanatı sürdü. Bundan sonra felsefe gelişti ve mitolojilerden ayrıldı. 1700’li yıllara gelindiğinde bilimle felsefe birbirinden ayrıldı. Bilim sanayiye dökülerek gelişmeye başladı. Avrupa, orta çağda kilise ve Aristo felsefesinin kontrolünde idi. Onun için skolastik dönem Avrupa’yı karanlıklar içinde bıraktı. Bazı bilim adamları Aristo için, “Bilime öncülük etti fakat ilmin önünü de kesti” der. Çünkü her dediği doğru kabul edilip aşılamaz sanıldı. Onun için pek çok fenci Aristo’nun çoğu şeyinin yanlış olduğunu söyledikleri için Avrupa’da öldürüldüler.
İslam’da 8. ve 9. yüzyıllarda Yunan felsefesi Arapçaya çevrildi. Bu felsefeyi İbni Sina, İbni Rüşd ve Farabi gibi İslam filozofları yeniden yorumlayarak Avrupa’nın gelişimine öncülük ettiler. Ne yazık ki Arapça yazılan bu felsefe İslam âlimlerinin çoğunda tam doğru olarak kabul edildi ve henüz bu anlayış aşılamadı. Bediüzzaman, Yunan felsefesinin az bir kısmının doğru olduğunu söylüyor, çoğu yanlış diyor. Onun için bazı İslam düşünürleri çareyi felsefenin öğrenilmesinin haram olduğunu söylemede buldu. Bediüzzaman bu durumu aşmak için Muhakemat gibi usul kitaplarını yazdı, ne yazık ki Bediüzzaman da tam anlaşılamadı.
İslam dünyasında pozitif bilimleri okuyanların çoğu dine soğuk bakıyor, dinî metinler hurafe olarak anlatılıyor ve algılanıyor. Geçler bu sebeple dinden kaçıyorlar. Hz. İsa’dan (as) önceki dinî metinleri anlamak için mitolojilerin dili, Hz. İsa’dan (as) sonraki dönemde ise felsefenin dili çok iyi bilinmesi lazım ki dinî metinler doğru olarak anlaşılsın, çünkü o zamanın dilinde geldiler. Dinlerin geldiği dönemlerin şartlarının bilinmesi o zamanın dinî düşüncesinin anlaşılması için çok önemlidir. Hatta bazı İslam düşünürleri “Cahiliye Arap şiirlerinin dilini tam anlamayanlar Kur’ân ve hadisleri yorumlayamaz” bile diyebilmişlerdir. Bunlarla ilgili örneklere daha sonra dikkat çekmek niyetiyle...