- “Hak hasmının [rakibinin, muhatabının] elinde çıktığı zaman; zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip, menfaatine olur, nefsin gururundan kurtulur.”
- “Hak müstağnîdir. [zengin, muhtaç olmayan] Hakikat ise, zengindir. Kalbin nurlanmasına onların ziyaları kâfidir.”
- “Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr [fikirlerin çarpışması] ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde [vesilelerde] ihtilâf eder.”
- “Hak neşvünema bulacaktır [canlanacaktır] -eğer çendan [gerçi] toprakta gizlense... Ve taraftar ve mültezimleri [lüzumuna inanlar] muzaffer olacaklardır-eğer çendan zaman ve zeminin merhametsizliğinden az ve zayıf olsalar”... (Muhakemat, Mukaddeme).
- “Hak ve hakikati dinleyen ve söyleyene sevap kazandıranlar yalnız insanlar değildir.”
- “Hakikat büyür, inkişaf eder, gittikçe genişlenir. Kışır [kabuk] ve sûret ise eskileşir, inceleşir, parçalanır.”
- “Hakikat ne kadar zayıflasa da ölmez, belki farklı teşahhusatta [şekillerde] seyr ü sefer eder. [yol alır]”
- “Hakikat tahavvül etmez; [değişmez] hakikat haktır.”
- “Hakikat telakki olunan [kabul edilen] hayalin ömrü kısadır.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 51.)
- “Hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı hürmet ve bir muavenet [yardım] fikrini daima” beslemek.
- “Hakikat ve maslahat sulhtur. [barış]” Barışmak olmazsa, iki taraf da daima korku ve intikam azabını çekerler. Onun için İslâmiyet’te, üç günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsemez.
- “Hakikat, bize: “mütenebbih [uyanık] olan beşer, dinsiz olamaz.” Ümidini veriyor.
- “Hakikat, ışık veren fitildir; mecaz ise, ziyasını tezyid eden [fazlalaştıran] şişesidir”. (Muhakemat, s. 109.)
- “Hakikatbîn göz aldanmaz; hakperest kalb aldatmaz.” (Hutbe-i Şamiye, s. 148.)
- “Hakikatbînin gözüne hayal, hakikat olarak görünmez.”
- “Hakikatin nazarında abesiyet yoktur. “
- “Hakikatlere ihtiram etmek [hürmet etmek], yüksek şeylerin kıymetini bilmekle istihfaf etmemektir [hafife almamaktır].”
- “Hakikî abd-i hudabin [hakkı kabul eden kul], hududsuz bir sâfa görür.”
- “Hakikî bütün elem dalâlette, [sapıklık] bütün lezzet imândadır!”
- “Hakikî Hristiyanlık değil, belki şimdiki Hıristiyan dininin esasıyla İslâmiyet’in esası mühim bir noktadan ayrıldığından, çok cihetlerle ayrı ayrı gidiyorlar.”
- “Hakikî ihlâslı nurcular, menfaat-i maddiyeye ehemmiyet vermezler.”
- “Hakikî iman, hakikî şuur; cüz ile cüz’înin, [küçük şeyler] küll ile küllînin [büyük şeyler] farkını anlamaktır. “
- “Hakikî mürşid-i âlim; koyun olur, kuş olmaz. Hasbî verir ilmini.”
- “Hakikî şefkat sû-i istimal edilmeden, [kötüye kullanmak] bîçare çocukların Cehennemden, idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya şefkat sırrıyla” çalışmak.
- “Hakikî vukuatı [olayları] kaydeden tarih, hakikate en doğru şahittir. Tarih bize gösteriyor.”
- “Hakikî zevke ve ciddî teselliye ve kedersiz lezzete ve vahşetsiz ünsiyete, [dostluğa] hakikî medar [sebeb] ve vasıta olan tevekkül makamını ve teslim rütbesini ve rıza derecesini” kazanmaktır.
- “Hakkı batıldan, iman mesleğini nifak [aykırılık] mesleğinden temyiz etmek, [doğrulamak, açığa çıkarmak] ancak ilim ve nazar ile olur.”