Anlatım Bozuklukları-2 (Şapka deyip geçmeyin-21)de okurlarımızdan isteyenlerin cevaplayabileceği sorular sormuştuk. Okuyucu-larımız da yorum köşesine veya e postama yazdılar. Bazı okurlarımız, sorular da sordular. Hepsine teşekkür ediyorum. Maksadım da buydu zaten. Bir farkındalık oluşturmak, meseleyi okurlarımızla diyalog hâlinde işlemek. Bir nevi hizmet içi eğitim. Şapka Deyip Geçmeyin serisinde asıl muhataplarım gazetemiz yazarları ve müdâvim okurlarımızdır. Sâir zevat, makam-ı istimâda düşünülmüştür.
Anlatım Bozuklukları-2’de şöyle demiştik:
“Yaptıklarını KENDİ ağzıyla itiraf etti.”
KENDİ sözünün gereksiz olduğunu ilk mektebi bitirmiş sıradan bir talebe dahi tasdik eder. Peki, şu şekline ne dersiniz? “Yaptıklarını AĞZIYLA itiraf etti.”
“AĞZIYLA sözü lüzumlu mu, değil mi?”
Bu soruya verilen cevaplardan önce, KENDİ kelimesinin gereksizliği tespitimize yöneltilen bir itirazı görelim. Bir kardeşimiz “kendi” lâfzının mühim bir husûsiyetine dikkat çekerek sordu:
-“Kendi” sözcüğü, manayı pekiştirmek için kullanılmıyor mu? Meselâ bir işi yapan ama bize yapma diyen bir adama: “Sen bu işi kendin yapıyorsun.” demek gibi. Gereksiz sözcük kullanımına girmeyebilir bence.
Mehmet Soydan kardeşim çok haklı. Kendi kelimesi –başka sözler de öyle– eğer cümlede pekiştirme yapıyorsa gereklidir; çünkü çıkartılırlarsa cümle “pekiştirme” mânâsını kaybeder.
“Kendi” lâfzı, kişi zamiriyle birlikte (ben kendim, sen kendin, biz kendimiz…) ya da ikileme şeklinde (kendi kendine) kullanıldığında pekiştirme yapar; gereklidir.
Gereksiz söz, cümleye anlam nüansı katmayandır. Çıkartıldığında cümlede en ufak bir mânâ kaybı olmayan kelime lüzumsuzdur.
Ödevi ben kendim yaptım. Bu cümlede “kendi” sözü lüzumludur. Ben yaptım ama başkalarından yardım almış da olabilirdim. “Başka birinin hiç dahli yok.” mânâsı,“ben kendim” ile sağlandı.
“Yaptıklarını KENDİ ağzıyla itiraf etti.” cümlesinde ise “kendi” sözü pekiştirme yapmıyor; “başkasının ağzı” söz konusu değil çünkü.
Abdurrahman Aydın kardeşim, muhatabı nazara alarak itnâb yapılabileceği sadedinde açıklamalar yazmıştı yorum köşesine ki tamamının altına imzamı atarım:
“Yaptıklarını AĞZIYLA itiraf etti” cümlesi -fazlası şöyle dursun- eksiği olan bir cümle gibi duruyor. Ben olsam “Yaptıklarını VALLAHİ KENDİ AĞZIYLA itiraf etti” derdim. Çünkü bu makamda, belli ki muhatabımız, bahsettiğimiz kişi hakkındaki iddiamızı, bize ait görüp reddediyor. Yani MUHATAP 1. Hâliyü’z-zihin (nötr) değil. Öyle olsaydı en yalın ifade ile beyan ona ve manaya kâfî gelirdi. 2. Mütereddit dahî değil. Öyle olsaydı te’kid mahiyetinde tek bir kelime ilavemiz yeterdi. 3. Muhatabımızın münkir olduğuna nazaran ondaki bu inkârı izale için ayrıca yemin ilavesi dahî lüzumlu hale geliyor. İşte buna itnap yani gereksiz fazla kelime kullanmak denilmiyor. Çünkü o fazla kelimelere mananın değil ama muhatabın ihtiyacı var. Bunlar benim yorumlarım değil, İLM-İ BELÂĞAT’ın kaidelerindendir.
Fakat mezkür cümlede MUHATAB için en ufak bir ip ucu verilmiş değil. “belli ki muhatabımız…” diye sıralanan maddeler mümkün fakat vâki olduğu “belli olmayan” ihtimallerdir. Bu ihtimaller vâki olsa yani muhatap için serdedilen “Hâliyü’z-zihin (nötr) değil” hükmü ve sâir ihtimaller gerçek olsa ben dahi AĞZIYLA lafzıyla yetinmem Teklif edilen Vallahi’ye TALLAHİ bile eklerim.
Makalemizde verdiğim misallerin çoğu, siyak ve sibâkı olmayan cümlelerdir. Sebebi de basit: Olabildiğince kısaltarak verdim ki, misal sayısı fazla olsun, yazı da fazla uzamasın; az mekâna çok misal sığdıralım. Bu sebeple “Yaptıklarını AĞZIYLA itiraf etti.” cümlesini, meçhul / muhtemel muhataplara göre değil, düz mantıkla değerlendirmek durumundayız ki gene de “AĞZIYLA itiraf etti.” cümlesinde “ağzıyla” gereklidir; “yazılı” itiraf da olabilir çünkü. Ama itiraf yazılı değil de sözlüymüş. Siyak-sibak belli olmadığı için bu kadar. Yoksa itiraf jest, mimik hattâ sükût şeklinde de mümkün. Yani kardeşimizin dediği gibi AĞZIYLA ibaresi gerekli.
Abdurrahman kardeşim, “Neden biz mananın en az kelime ile anlatılmasına odaklanıyor ve doğrusunun bu olduğunu sanıyoruz?” diyerek “makam, muhatap, maksat” iktizâsı lâfın uzatılabileceğini söylüyor ki doğrudur. Belâgat, “muktazâ-yı hâle mutâbakat” olduğundan, muhatabın durumuna göre belâgat îcabı sözü uzatmak (itnâb) gerekebilir. Rabb’imiz de Kur’an’da bunu yapmış ve Üstadımız, bazı âyetlerde “neden sözün kısa değil de uzun tutulduğu” sorusunu cevaplayarak bu tatvîl-i kelâmdaki belâgati izah etmiştir:
“İstihza, hud’a, ikiyüzlülük, hile, kizb, riyâ gibi kötü ahlâklar münafıkta var; kâfirde o derece yoktur. Bu cihetten, münafıklar hakkında İTNAB yapılmıştır.” İşârâtü’l- İ’caz, s.103
Makalemizdeki misaller için, Üstadımızın umûmî bir prensip olarak vâz’ ettiği “Sözün güzelliği kısalığındadır.” hükmünce değerlen-dirme yapmanız gerekir. Çünkü örnek cümlelerin siyak ve sibâkı verilmemiştir.
Özelden yazan bir kardeşimiz de Üstadın, “hile, hud’a” gibi kelimeleri bir arada kullandığını nazara veriyor: “Gereksiz söz mü kullanmış yani Üstadımız?” demeye getiriyor. Güzel bir itiraz.
Kelime, bir anlam nüansı katmıyorsa gereksizdir. Tıpkısının aynısıysa yâni. (“Tıpkısının aynısı” ifâdesinde bir anlatım kusuru var mı yok mu, bu konuda da yazabilirsiniz.)
“Hud’a ve hile” tıpkısının aynısı olan kelimeler değildir. Hileyi bilmeyen de duymayan da yoktur. Biz “Hud’a”nın anlamını yazalım: “Bir akit veya hukukî işlem yapmak isteyen kimsenin irâdesine yönelik yapılan hile, tağrîr, tedlîs veya aldatma.”
★★★
Gelelim diğer sorularımızın cevaplarına:
“…2 Milyar’ı aşkın, mütecâviz Müslüman yaşıyor.”
“Tecâvüz eden, saldırgan” manasına da gelen mütecaviz kelimesi, hacılar için bühtan olmaz mı?
“…2 Milyar’ı aşkın Müslüman yaşıyor.”
★★★
Son olarak, verdiğim 6 cümlenin 5’i bozuk, biri düzgündü. Dördünde gereksiz söz kullanımı, bir cümlede yanlış kelime (pahalı) kullanımı vardı.
Soru ve yorumlarınıza muntazırım kardeşler!
Fî emânillah!