Bir ‘kedi’ düşünelim, her anımızda bizimle. Bütün benliğimizi kendisine bağlamış, baktığımızda cansız maddelerden meydana getirilmiş...
Bizleri bizar ediyor. Nasıl bir şeydir bu? Ya toplumu, insanlığı avlayacak bir duruş. Öyle masum ki bakıcı, baktığı çocuğu onunla durdurayım, meşgul edeyim der. Anne, ‘işimi yapayım’ diye o ‘kedi’yi çocuğun eline verir. Anneler, babalar, dedeler, hulâsa hepimiz bunun öyle veya böyle ‘avı’ olabiliyoruz.
Çocuklarımıza feda edemeyeceğimiz bir şeyimiz yok, fakat bu ‘kedi’ bizi bırakmıyor. Bu kediyi cebimde taşımak için şahsen bahanelerim var. Kitaplarım onda, okuduğum her neyim varsa onda diyerek acaba kendimi mi avutuyorum? Tabii ki herkesin öz eleştirisi kendine ve kendisine. Düşünüyorum da istisnalar, hakiki zaruretler müstesna; kitaplarımızı ve okuduğumuz diğer şeyleri eskiden olduğu gibi elimize alıp da mı okusak? Böyle bir düşünce düştü aklıma. Acaba ‘tuşlu kedi’ye mi dönsem diye... Bu ‘akıllı kedi’ önce beni, belki bir gün çoğumuzu ve geleceğimiz olan yavrularımızı bir fare misali bu gidişle avlayacak gibi bekliyor ve belki de avlıyor. Ne dersiniz?