İsrail-Filistin çatışması, Ortadoğu’nun en önemli sorunlarındandır.
İsrail’in 1948’de kurulmasıyla birlikte, bölge ülkeleri İsrail’i kendilerine tehdit algılamıştır. Bölgedeki Arap ülkelerinden oluşan ittifak tehdide karşı 1948, 1956 ve 1973 tarihlerinde savaşlar yapmışlar. Ancak Arap ülkeleri bu savaşlarda başarılı olamamışlardır.
İsrail-Filistin sorununun gidişatını, kuruluşundan itibaren İsrail’le yapılan savaşlar belirlemiştir. Mısır’ın 1978’de İsrail’le imzaladığı Camp David Anlaşması’ndan sonra, İsrail-Filistin arasındaki süreç genel itibariyle hem Camp David hem de bölgede iç ve dış aktörlerin etkisiyle oluşan silâhlı veya siyasî grupların faaliyetleriyle şekillenmiştir.
Bugün gelinen noktada İsrail’in adım adım uyguladığı bir devlet politikası, Filistin’de özellikle de Kudüs ve çevresinde Müslümanlara ait ev ve arazileri satın almak, satın alamadığını da zorla el koymak biçiminde zuhur ediyor.
Aslında işin başka bir yönü daha var. İsrail’de 23 Mart 2021’de genel seçimler yapıldı. Ancak hiçbir siyasî parti tek başına hükümet kurmak için yeterli oyu alamadı. Zaten seçimlerden önceki Benjamin Netanyahu Başbakanlığındaki hükümet, 7 partiden ve buna ilâveten bağımsızlardan meydana gelen bir koalisyon hükümetiydi. Yapılan son seçimlerin sonuçlarına göre, koalisyon hükümeti kurulması mecburi görülüyor.
İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin’in, seçimlerin ardından hükümet kurmakla görevlendirdiği Netanyahu başarısız olmuştur. Rivlin, Netanyahu’dan aldığı görevi 4 Mayısta muhalefet lideri Yair Lapid’e verdi. Ancak Lapid’in görevi almasından sonra 9 Mayıs’ta Şeyh Cerrah Mahallesi’nde başlayan olaylar halen devam etmekte. Netanyahu’nun, Şeyh Cerrah’taki olaylar ve devamındaki çatışmalar üzerinden, hükümet kurmakla görevlendirilen Lapid karşısında, kendi seçmen kitlesini konsolide ettiği de ihtimaller arasında. Aynı zamanda yolsuzluk bataklığına saplanmış olan Netanyahu (Yeni Asya, İsrail’de Yolsuzluk Tartışmaları, 25 Şubat 2018), saldırılar ile İsrail kamuoyunun dikkatini farklı bir yöne çekmeye çalışıyor olabilir. Bununla birlikte İsrail’in heterojen bir dinî ve siyasî ortama sahip olduğu biliniyor. Bu noktadan hareketle hükümet kurulmasının önündeki engelin, ülkedeki dinî ve siyasî kamp- laşma olduğuna işaret ediliyor.
Diğer taraftan Filistinliler ise, yıllardır süren çatışmalardan kaynaklı mağduriyetleri ve haklarının gasp edilmesi her gün basına yansıyor. İsrail’in son saldırılarında da yüzlerce Filistinli vefat etti veya yaralandı. Ancak geçmişten günümüze bakıldığında Filistin’de de siyasî / ideolojik, dinî / mezhebî ayrışmalar mevcut. Filistin’in önde gelen en önemli iki grubu Filistin Kurtuluş Örgütü ve HAMAS bilinmektedir. Fakat her iki grupta kendi içerisinde çok farklı unsurlardan meydana gelmektedir (Yeni Asya, Filistin Siyasî Yapısı ve Seçim Tartışmaları 13-14 Şubat 2019). Dolayısıyla karar alma mekanizmalarında bazen sorunlar yaşandığı ihtimal dahilindedir. Filistinli grupların farklılıklarını bir kenara bırakarak ülkeleri için birlikte hareket etmeleri zorunluluktur. İsrail saldırılarında gösterilen birliktelik, siyasî çözüm arayışlarında da hayata geçirilmelidir.
Son çatışmalardan da anlaşılacağı üzere, iki taraf arasındaki ilişkiler tıkanmıştır. İsrail’le yakın geçmişte normalleşen (Mısır 1978, Ürdün 1994, Birleşik Arap Emirlikleri 13 Ağustos 2020, Bahreyn 16 Eylül 2020, Fas 12 Aralık 2020, Sudan ve Suudi Arabistan’ın İsrail yetkilileriyle üstü kapalı normalleşme görüşmeleri-Yeni Asya, Normalleşmelerden Ortadoğu NATO’suna, 6 Mart 2021) Müslüman bölge ülkelerinden, Filistin için yapılan tek girişimin “İsrail’i kınamak”tan öteye gitmediğini hep birlikte gördük.
Dolayısıyla Filistinli grup, aktör, figür ve unsurlar, İsrail’deki dinî ve siyasî ayrışmayı ve istikrarsızlığı göz önünde bulundurmalıdırlar. Filistin tarafı ve İslâm dünyası, İsrail’i sadece Filistin çatışması üzerinden okumamalıdırlar. İsrail’in içinde olduğu siyasî/ideolojik, dinî/mezhebî, toplumsal/etnik ve ekonomik durumları da incelemeli ve buna göre bir politika geliştirmelidirler. İsrail’in sosyo-ekonomik meseleleri başta konut ve su sorunu ile Afrika kökenli Yahudilere yönelik ayrımcılıktır. Dış politikada ise İsrail’in, 1 Temmuz 1968’de imzaya açılan ve 5 Mart 1970’de yürürlüğe giren Nükleer Silâhların Yayılması ve Önlenmesi Anlaşmasını imzalamadığı konuları politika geliştirmede incelenebilir niteliktedir.
Düzeltme: 23 Mart 2021 Tarihli ve “Tanzanya’nın Demir Lady’si Samia Suluhu Hasan” başlıklı köşe yazımda, ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in sehven Afrika kökenli olduğu belirtilmiştir. Kaynaklara göre Harris’in aslen Hint kökenli olduğu kaydedilmektedir. Dikkatli okuyucumuza teşekkür ediyorum.