Çalışma" ve "başarı" kavramları üzerine düşündüren, toplumsal algılarımızı sorgulayan bir metinle karşı karşıyayız.
Gündelik hayatın rutinlerinde o kadar derinleşmişiz ki, farkında olmadan değer yargılarımızı para, statü ve iş üzerine inşa ediyoruz. Oysa insan, salt maddî varlığının çok ötesinde anlam ve değere sahip. Bu yazı, bizi alışılmış kalıplardan çıkıp, insanî olanı yeniden düşünmeye davet ediyor.
Ehl-i dünya, Bediüzzaman'a "aramızda çalışmadan başkalarının çalışmasıyla geçinenleri istemiyoruz" diyorlardı. Bediüzzaman çalışmıyor muydu? Çalışmaktan kasıt neydi? Şu anda biz de ehl-i dünya gibi "nerede çalışıyorsun?" diyoruz. Yani para kazanmakla sonuçlanmayan işleri çalışmaktan saymıyoruz.
Başarı kriterimizin para olması, bu zamanın en büyük putunun para olduğunu gösteriyor. Hâlbuki “amelinizde rıza-i İlâhî olmalı” yani başarı kriterimiz Allah rızası olmalı. Anannemin eve yorgun gelene "kârdan mı geliyon?" dediğini hatırlarım. Kârdan kastedilen sadece para mıdır? Sahi, biz günde kaç saat çalışıyoruz?
Tanışırken bile ilk sorduğumuz soru "Ne iş yapıyorsunuz?" oluyor. Gerçekten bunu bu kadar önemli yapan nedir? Sorunun cevabına göre muhatabımızı belirli bir sınıfa yerleştireceğiz. İnsanları gelirine ve yaptığı işin itibarına göre sınıflandırıyoruz. Sonra nereli olduğu ve hangi cemaate/gruba mensup olduğunu merak ediyoruz.
Bunları öğrendikten sonra beynimizdeki hazır kalıplardan birisini çıkartıyoruz. Demek bu adam şu özelliklere sahip, çünkü bu kadar kazanan insanlar böyle olur; hem şu özellikleri de vardır, çünkü o bölgenin insanları böyle olur. O cemaatten olduğuna göre de şöyledir diyoruz ve tanışma tamamlanıyor.
Çünkü o insanı gerçekten tanımaya kalksak bayağı zaman ve enerji harcamamız gerekir. Bu yöntem çok daha kolay olduğundan, beynimiz kestirmeden gidiyor. Ancak zannın çoğu haramdır. Hepimiz hazır kalıplara giremeyecek kadar eşsiz yaratılmışız. O hâlde tekrar birbirimizi tanımaya çalışalım. Aksi takdirde "ve la teziru..." tehdidine muhatap oluruz.
Nihayetinde, insanı sınıflandırmak, etiketlemek ve dar kalıplara sıkıştırmak, bizim gerçek insanî zenginliğimizi görmemize engeldir. Her birimiz, sayısız deneyim, duygu ve potansiyelle örülmüş benzersiz bir varlığız. Maddî kazanç, ünvan veya kökenden öte, asıl değerimiz; Allah rızasına yönelen samimî çabamızdadır.
Öyleyse, bir insanı tanımak; onun iş ünvanını, gelirini veya mensubu olduğu grupları saymakla değil, gönlüne kulak vermekle, hikâyesini dinlemekle mümkün. Her karşılaşmamız, önyargılarımızdan sıyrılıp, karşımızdaki eşsiz insanî zenginliği keşfetme fırsatıdır. Zira bizi yaratan, bizleri kalıplara sığmayacak kadar muhteşem yaratmıştır.