İnsan toplulukları tarih boyunca sürekli değişim ve dönüşüm yaşamıştır, ancak hiçbir dönem günümüzdeki kadar hızlı ve köklü değişimlere sahne olmamıştır.
Bu değişimin temelinde yatan en önemli dönüm noktalarından biri, şüphesiz Sanayi Devrimi’dir. İş yapma biçimimizi, eğitim sistemimizi ve toplumsal yapımızı derinden etkileyen bu sürecin başlangıcına baktığımızda, çok farklı bir dünya görürüz.
Sanayi Devriminden önce, her mesleğin bir ustası vardı. Bu ustalar, mesleklerini ya sadece çocuklarına ya da kendilerine uzun yıllar hizmet edecek kişilere öğretirlerdi. Üretim küçük ölçekliydi ve ustaya bağımlıydı. Ürünlerin az olması, onları kıymetli ve pahalı kılıyordu.
Sonra Adam Smith’in başlattığı meşhur çalışma yapıldı. İğne yapan sanatkârları inceledi ve üretim sürecini aşamalara böldü. Her bir aşama vasıfsız işçilere dağıtıldı. Bu işçilerin yapacakları, tekrarlayan basit işleri yapmaktı. Bu basit işlerin birleşiminden ortaya kompleks bir ürün çıkacaktı. Bu sayede artık ustalara ihtiyaç olmayacaktı. Deneyin sonucu gerçekten bir devrime sebep olacaktı. Birlikte çalışmak iyi bir sonuç doğurmuştu. Verimlilik yüz kat artmıştı.
Ford’un ilk üretim hattını kurmasıyla, bu teorik bilgi pratiğe döküldü. Artan üretim, fiyatları düşürdü ve ürünlere erişimi kolaylaştırdı. Ancak bu değişim, eski dünyanın değerli mesleklerini önemsizleştirdi. Yeni düzende, mesai saatlerine uyan, tekrarlayan işleri yapabilen ve verilen görevleri sorgulamadan yerine getiren çalışanlara ihtiyaç vardı. Eğitim sistemi de buna göre şekillendi.
Günümüzde, tekrarlayan işler artık bilgisayarlar ve robotlar tarafından yapılıyor. Artık özgün eserler üretebilen, çoklu disiplinleri mezcedebilen düşünürlere, baskı altında olmadan hür düşünebilenlere, sosyal ve sanatsal yetenekleri gelişmiş bireylere ihtiyaç var.
Bu tür dönüşümler eskiden yüz yıl sürerdi; artık iki yılda neredeyse her şey değişiyor. Teknolojik yenilikler baş döndürücü bir hızla devam ediyor. Bu durumda, gelecekte hangi becerilere ihtiyaç duyulacağını doğru öngörüp ona göre kendimizi geliştirmemiz gerekiyor.
Hangi becerilerin gelecekte gereksiz, hangilerinin çok kıymetli olacağını bugünden bilebilmek mümkün mü? Diyelim ki bildik; o becerinin kıymetli olmaya devam etmesi iki yıldan fazla sürecek mi?
Eskiden sadece gençlerin yeni dünyaya hazırlanması gerekirken, artık hepimizin hazır olması gerekiyor. Bu durumda hepimiz kendimize sormalıyız: Büyüyünce ne olacağız?
Bu soru gerçekten milyon dolarlık bir soru. Sıradan üretimlerin çoğaldığı ve değersizleştiği günümüzde, artık özgün eserler üretmek zorundayız. Peki, insan kendi eşsiz özelliklerini nasıl keşfeder? Bunun kestirme bir yolu var mı?
Evet, çocukluğumuzu hatırlayalım. Bir oyuna daldığımızda dünyayı unutuyorduk. İşte tam o anlara “akış” diyoruz. Yani yorulma, susama, acıkma gibi ihtiyaçların aklımıza gelmediği zamanlar... Çünkü tam da onu yapmak için yaratıldığımızdan, hazır ücret olarak yüksek haz ve tatminle ödüllendiriliyoruz. Sanki birisi bize; “Evet, bu işi yap, geriye kalan işleri umursama; tam da bu işi yapmak için yaratıldın.” der gibidir. Peki, biz akışı nasıl yakalayacağız?
İşleri, para kazandığımız, sevdiğimiz, insanlığa faydalı olan ve iyi yaptığımız işler olarak dört sınıfa ayırabiliriz. Eğer sevdiğiniz iş insanlara faydalıysa, siz o işte iyiyseniz ve bir de o işten para kazanırsanız, “akış” dediğimiz “hâl” ortaya çıkar.
Sonuç olarak, insanın birinci görevi kendinde tecelli eden özellikleri keşfetmek ve bunları geliştirmektir. Yarının dünyasında başarılı olmanın anahtarı, değişime hızla adapte olabilmek ve kendi benzersiz yeteneklerimizi keşfedip geliştirebilmekten geçiyor. Bu yolculukta “akış” durumunu yakalamak, hem kişisel tatmin, hem de toplumsal fayda açısından bize rehberlik edecektir.