Evvelâ dünya bunu bilmeli ki, Allah kelâmı Kur’ân’da ve Resûlullah’ın (asm) sünnetinde tarifini bulan, Asr-ı Saadet’te tam hayata geçirilen ve kıyamete kadar korunacak olan İslâm’a “ayar” vermek, ne Avusturya’nın ve ne de hiç kimsenin haddine düşmemiştir.
Gerçi arka planda art niyet olarak ve beyinlerinin karanlık kıvrımlarında makûs bir saplantı olarak “İslâm’ı tağyir” fikrini taşıyanlar her zaman, her ülkede olmuştur. En büyük çapta da bizim ülkemizde ki, devrimlerin çoğu bu amaca yönelik olmuştur. Lâkin bu fikir her kimde olursa, beyinde bir ‘ur’ misali, sahibini mahveder de, İslâm’ın özüne halel getiremez. Zira “İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir; göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar.”
Müslümana "ayar" vermek ise, son zamanlarda Avusturya devletinin başlıbaşına büyük bir meselesi olarak kendini gösteriyor.
Hatta 2015 yılı başında yürürlüğe koyduğu "İslâm Kanunu"; ülkesinde yaşayan Müslümanlara "ayar" vermek azminden başka bir mânaya gelmez.
Ki o zaman bu köşede arka arkaya üç makalemiz yayınlandı. O makalelerin sadece başlıklarını size arz edersem; Ramazan ayında ve Cuma öncesinde "cami kapatma"nın, bu makalelerin ruhunu ne kadar incittiğine ve ümidine gölge düşürdüğüne şahitlik edersiniz.
Zira bu makalelerde, "İslâm Kanunu"nun siyasî polemiklere malzeme yapılmadan ve kanunun ruhunu incitmeden uygulamaya konulması halinde, hem ülkenin huzuruna, hem de Müslümanların haklarına hizmet edeceğini nazara vermiştik.
İşte 2015 yılı Mart ayı içinde yayına giren (isteyen yeniden okuyabilir) o makalelerin başlıkları:
"Avusturya’nın İslâm yasası ve Avusturya Müslümanları"
"Endülüs İslâm ruhu Avusturya’ya gelirse..."
"Bu bir “İslâmî” hamle...
Ve Avrupa hamile"
**
Avusturya nereden bilecek ki, Müslümanların ekserisinin ayarsızlığından bizatihî İslâm'ın muzdarip olduğunu. Nereden bilecek ki, her yüz senede bir "müceddid" ünvanıyla gönderilen İslâm âlimlerinin vazifelerinin de dinin hükümlerini yeniden ihya ile bir nevî "ayar" vermek olduğunu. Nerden bilecek ki, büyük şair Muhammed İkbal'in, "Kaç bu Müslümanlardan sığın İslâm'a" dediğini.. Ve Avusturya nereden bilecek ki, Bediüzzaman Said Nursî gibi bir İslâm âliminin, "doğru İslâmiyet'i ve İslâmiyete lâyık doğruluğu yaşamak ve yaşatmak uğrunda, hem de kendi ülkesinde ne zorluklara ve zulümlere maruz bırakıldığını.
**
Evet hâlihazırda; uzun süre üzerinde çalışılmış ve devletin resmî bir kurumu gibi çalışan İslâm Cemaati Kurumu ile de mutabakata varılmış, meclis onayından geçtikten sonra 2015 Ocak ayında yürürlüğe girmiş bir "İslâm Kanunu" vardır.
Ülkede sayıları 350'yi bulan camilerin bu kanuna göre yeniden dizayn edilmesi hususunda cemaatlere yeteri kadar süre de tanınmıştır.
Gerçi kanun yürürlüğe girmeden kamuoyunda tartışmaya açıldığı zaman itirazlar yükselmiş ve ilgili makamlara iletilmiştir. Ve bazı haklı itirazlar dikkate alınarak kanun taslağında bazı düzenlemeler yapılmıştır. Ama yürürlüğe girdikten sonra, dinî cemaatler ve cami dernekleri; (işlerine gelsin veya gelmesin) hummalı bir gayretle kanuna uymayan noktaları bertaraf etmeye çalışmışlardır.
Cami kapatmada imzası bulunan hükümet yetkililerinin basın açıklamalarını dinledim. Kendilerince ne kadar haklı gerekçeler ileri sürerlerse sürsünler, bu muamelenin "politik" yönü olduğu da aşikârdır. Zira koalisyonun bilhassa bir ortağı, Avusturya'da İslâm varlığından memnun olmayanların reylerine talip bir politika gütmektedir. Bir taşla iki kuş misali; bu "kapatma" ile bir yandan kendi seçmenlerinin "gazını alırken", öbür yandan da Müslümanlara "ayağınızı denk alın" mesajı verilmiş oldu. Gerçi Arap Birliğine ait camiler için Selefîlik ve Radikalizmi, Türklere ait cami için ise Bozkurtçuluğu dile getirdiler, ama asıl kapatma gerekçesini kanuna bağladılar.
Evet dayandıkları bir kanun vardır. Kapatılan camilerde kanuna aykırılıkların varlığını da kabul edelim. Lâkin kanun namına kanunsuzluk yapılır mı? Yasaya uymayan yönlerinden dolayı ilk etapta para cesası kesilebilir. Veya İslâm Cemaati Başkanlığı’nın bilgisi dahilinde Ramazan'dan sonrası için belirlenen üç günlük bir kapatma cesasının tebligatı da yapılabilir. Ama var olan bir faaliyeti tamamen durdurmak, var olan bir haktan mahrum bırakmak, hangi niyetle olursa olsun tasvip edilebilir mi?
Böyle yapanlar, kendilerince "ayar" vermeye çalışırlarken, evrensel hukuk ve insan haklarına aykırılıkla kendi ayarlarını bozmuş olmuyorlar mı?