Kırk beş öğrencinin, Ensar Vakfı’nda görevli bir şahıs tarafından dört yıl boyunca cinsel istismara maruz bırakılması için Aile Bakanı “bir kere rastlanılmış olması karalamak için gerekçe olamaz” ifadesini kullanmıştı.
Halbuki olayın “bir kere” değil, 2012 yılından bugüne en az 45 kere vuku bulduğu iddia ediliyor. Aile Bakanı, cinsel istismar olayına yaklaşımı dolayısıyla kendi bakanlık performansı ile ilgili yapılan bir değerlendirmeye, “Bizim çapımızı değerlendirecek olan millet ve sandıktır. Millete, sandığa gittiğimizde kimin çapının ne olduğuna karar veriyor. Biz de o kararla buradayız” ifadesini kullanıyor. AKP politikacılarının yaşanan yolsuzluk, tecavüz gibi büyük suçlardan sonra bile, sürekli olarak sandıkta aldıkları oya işaret etmeleri, artık toplumun her kesimini rahatsız etmeye başlamıştır. AKP, her türlü çöpü sandıkta yıkamaya, her türlü çapı da sandıkta ölçmeye çalışmaya devam ediyor, ama bu doğru bir yaklaşım değil. Şayet doğru olsaydı; ev hanımları, evlerindeki çamaşır, bulaşık bilumum temizleme makinalarını çöpe atıp; evlerine AKP’ninkinden bir sandık makinası alırlardı!
AKP’liler gerçekten bu Sandık Temizleme Makinesine bir girdiklerinde, aklanıp paklandıklarını zannediyorlar, çünkü bu sandık makinesi, AKP indinde adeta bir “Günah Çıkarma Aletine” dönüştü. Milleti kilise papazı, seçim gününü de kilise ayini yerine koyup; adeta papazdan günah çıkarma yapmalarını bekler gibi, milletten genel seçimlerde, suçlu olup olmadıklarının tesbitini ve aflarını istiyorlar. Fakat milletin onları tekrar tekrar seçmesi suçsuz ve günahsız oldukları anlamına gelmiyor. Elhamdülillah Müslümanız. Dinimiz Hıristiyanlık değil. Millet de papaz değil, günah çıkarma yapamaz. Suç kapsamına giren eylemlerinin bu dünyada soruşturulup soruşturulamayacağını elbet bilemeyiz, ama günah kapsamına giren eylemleri, elbette mahşer günü sorgulanacaktır ve orada milletin reyinin de hiçbir değeri yoktur.
Bir önceki yazımda Bakan Ramazanoğlu’nun istifa etmesini istemiştim. Gerçekte tabiî ki 45 öğrencinin, 2012’den bu yana cinsel istismara maruz bırakıldığı bu dört yıllık süreçte, daha dört aylık Bakan olan Ramazanoğlu’nun şahsî kusuru olduğunu düşünerek bunu söylemiş değilim. Fakat 14 yıldan bu yana kesintisiz iktidar olan partisinin kurumsal sorumluluğu elbette vardır. Binaenaleyh siyasî sorumluluğun, bir siyasî onurunun olması da beklenir. Yani, Bakan Ramazanoğlu’nun Ensar Vakfı hakkında tepki toplayan skandal ifadeleri olmasaydı bile, AKP hükümetlerinin siyasî onuru adına, Aile Bakanı sıfatıyla “kusursuz sorumlu” olarak istifa etmesi gerekirdi. Hele, Ensar Vakfı konuşmasından sonra istifa etmese bile, kesinlikle Başbakan tarafından görevinden azledilmesi gerekirdi. İstifa ve azil mekanizmalarının çalıştırılmaması ise, AKP’nin hiçbir şeyde sorumluluk kabul etmediği anlamına geliyor. Bir siyasî parti olarak hiçbir şeyde sorumluluk hissetmiyor ve/veya yaşananların sorumluluğunu üzerinize alamıyorsanız, bu kurumsal bir karakter sorunudur. AKP istifa mekanizmasını işletebilseydi, karakterli ve onurlu bir davranış sergilemiş olacaktı.
TBMM Genel Kurulu’nda, çocuklara yönelik cinsel istismarı ve kadınlara yönelik şiddeti önlemede ihmali bulunduğu gerekçesiyle, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında verilen gensoru önergesinin reddedilmesinin, AKP grubunda mal bulmuş mağribi (önemsiz bir şey kazandığı halde çok sevinenlere denir) gibi bir sevinç dalgası oluşturması ise gerçekten üzüntü vericiydi. Hele Bakan Ramazanoğlu’nun objektiflere de yansıyan, gülen ve çok neşeli halleriyle tebrikleri kabul etmesi de esef vericiydi. Yani ailelerinin kuvvetle muhtemel kendi partisine oy verdiği 45 çocuğun tecavüze uğradığı bir ülkede, Aile Bakanı istifa etme onurunu gösteremeyip bir de üstüne, kendisine açılan gensoru önergesinden de kurtulduğu için neşeli bir şekilde etrafına gülücükler saçabiliyor ve diğer iktidar milletvekilleri de kendisini tebrik yağmuruna tutabiliyorsa, sadece bakanın ve hükümetinin çapının sorgulanması değil, ülkede yaşayan herkesin “burası ne biçim bir ülke, ne biçim insanlarız biz” diye kendi çapını da sorgulaması gerekir.
AKP sözcüleri ve Başbakan’ın, Karaman’da Ensar Vakfı’nda yaşanan tecavüz olaylarını, kendi kurumsal sorumluluklarını ve Aile Bakanı’nın skandal açıklamalarını bir kenara bırakıp; avlarına topluca hücum edenler gibi, hep beraber Ana Muhalefet partisi liderine “hücum etmeleri” ayrıca ayıptı. Gören de onları zem zem suyuyla yıkanmış sanacak. Böylece, “Birinin önüne yatmak” deyimine ilk defa müstehcen bir anlam yükleme saygısızlığını da yapmış oldular. Amacımız herhangi bir parti liderini savunmak kesinlikle değil ve olamaz, ama “birinin önüne yatmak” ifadesinin, müstehcen bir mecraya çekilmek istenmesi, işin büsbütün çirkinleştirilmesi oldu. Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in de daha önce bu ifadeyi kullanırken, AKP’lilerin ima ettiği şekilde kullanmadığını ve sözlük anlamı olan “Kendisini birisine siper etmek” anlamında kullandığını düşünüyorum. AKP grubu, “Birisinin önüne yatmak” ifadesini “kendisini birisine siper etmek”ten farklı olarak müstehcen bir anlam ihtiva ettiğini düşünüyorlarsa, Muammer Güler aynı ifadeyi kullanınca topluca neden sessiz kaldıkları konusu da çok ilginç. Şu çok açık ki; Kılıçdaroğlu muhalefet görevini yerine getirirken; AKP, bu olayı da krizden siyasî ranta çevirmek istedi. Gerçekten AKP grubu, 45 öğrencinin cinsel olarak istismarına, Kılıçdaroğlu’nun malûm sözüne gösterdikleri tepkinin onda birini göstermedi.
Tecavüzleri engelleyemeyenler ve tecavüze göz yumanlar suçlu bulunmayıp; neden çocukları savunmayıp kurumu savunuyorsun, diyen ana muhalefet lideri için, CB Erdoğan tarafından siyasî sapık suçlaması gelince, Kılıçdaroğlu da Perşembe günkü açıklamalarında CB Erdoğan’ı sapık ilân etti. Tarafsız konumda bulunması gereken CB Erdoğan’ın bu tip polemiklere girmesi, CB makamının saygınlığına da zarar veriyor. TC Devlet Başkanı Erdoğan’ın sapıklıkla itham edilmesi ülkemizin itibarı adına da hoş olmuyor. Neticede, Türkiye siyasî hayatı, karşılıklı sapık ithamları üzerinden iyice sapıtmış gözüküyor.
Aile Bakanı Ramazanoğlu’nun “Kemal Kılıçdaroğlu’nun partisinin grup toplantısında yaptığı ve şahsımda tüm kadınları hedef alan çirkin ve edep dışı açıklamalarını şiddetle kınıyorum. Ana muhalefet partisinin Genel Başkanının, bir kadına karşı bu kadar seviyesiz ve ahlâk dışı açıklamaları ülkemiz ve milletimiz adına üzüntü vericidir” ifadesi ile hedef şaşırtıp olayı, kendisinin ve bütün kadınların da olduğu cinsel bir platforma çekmek istemesi de son derece yakışıksız olup; en başta başındaki başörtüsüne yakışmamıştır.
Keşke başörtüsü, tıpkı 28 Şubat’taki gibi, inanç özgürlüğüne karşı gösterilen tepkinin masum bir simgesi olarak kalabilseydi... Nitekim bunlar başörtüsünü de kirletiyorlar… Din adına siyaset işte bunun için tehlikeli…