Çanakkale Savaşları, bir devletin ve belki de bir milletin ortadan kaldırılması için yapılan en büyük bir topyekûn saldırı ve bu saldırıya karşı yapılmış en büyük bir karşı koymadır.
Bu savaşlar bir anlamda, mazlûmun zalimin hakkından gelmesidir. Bugün bile ezilenler için “onlar başardı biz de başarabiliriz” diye düşünenlerin örneğidir. Bazen ölümün hayatta kalmaktan önemli olabileceğini bütün dünyaya gösteren bir başyapıttır.
18 Mart Çanakkale Zaferi, İtilâf Devletleri Deniz Kuvvetlerinin yenilgiye uğratıldığı gündür, bu önemli gün aynı zamanda Çanakkale Şehitleri’ni Anma Günü olarak da kutlanır.
Çanakkale Savaşları belki yıkılmakta olan bir imparatorluğun çöküşünü engelleyememiştir, ama Çanakkale’de atılan tohumlar, bir milletin şuurunun uyanması noktasında filize, ağaca sonrasında güçlü bir ormana dönüşmüştür.
Çanakkale Destanı’nı yazmak, her millete nasip olabilecek bir şey değildir. Şayet bu destanı Batı yazmış olsaydı, Hollywood’da Çanakkale Savaşlarından başka savaş filmi kolay kolay çekilmezdi. Çanakkale şehrinin bugünkü nüfusu beş yüz on iki bin. Yani, bir şehir düşünün ki; altta yatanı, üstte yaşayanından fazla. Bu mukayese bile, savaşın büyüklüğünü ortaya koyuyor. Çanakkale Savaşından önceki Balkan ve Trablusgarp gibi harplerde savaşanlar, mesleği askerlik olanlardı. Çanakkale Savaşında savaşanlar ise; ekseriyetle mesleği askerlik olmayan doktor, öğretmen, veteriner, mühendis, çoluk çocuk yani eli silâh tutan herkestir. Çanakkale, yalnızca en az 250.000 şehit verdiğimiz bir yer değildir, milletin birikimli insanlarını ve yaşayan parlak neslini bu vatana armağan ettiği yerin de adıdır. Çanakkale bu yönüyle de diğer savaşlardan ayrılır.
Mehmet Âkif’in “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” sözünden kanımca anlamamız gereken, Cenâb-ı Allah (cc), Bedir’e Müslümanlara yardım için kimi gönderdiyse, Çanakkale’ye de yardım için onları göndermiştir. Meselâ bir düğüne yaşadığınız şehrin valisinin katılması düğün sahibi için nasıl bir şan ve şerefse, Çanakkale Savaşlarına, Allah’ın (c.c) görevlendirdiği meleklerinin de katılıp yardım etmesi, Çanakkale Savaşı’na katılanlar için bir şan ve şereftir. Her şeyden önce; Mehmet Âkif, millî bir kişilikten önce İslâmî bir kişiliktir. Kur’ân-ı Kerîm tefsiri bile yaptığı bilinmektedir. Böyle bir İslâmî kişiliğin, dinimizde şan şeref için savaşanların şehit olamayacağına ilişkin kesin hükümler varken; şehitlere ve şehitlik kavramına şan ve şeref yönüyle yaklaşmayacağı açık ve net bir şekilde düşünülmelidir. Bu açıklamayla da, bugüne kadar bazı kesimlerin Mehmet Âkif’in Çanakkale Şehitlerini, Bedir Şehitleriyle mukayese edip bir tuttuğu gibi ısrarla yapılan yanlış tevillerin önünü de kesmiş olalım. Peygamber Efendimiz (asm) bir hadisinde “Benim sahabem gökteki yıldız gibidir, hangisine tutunursanız kurtuluşa erersiniz” buyurmuştur. Yani, sahabe ile sonradan gelecekler, kıyas kabul etmeyecek bir şekilde fazilet açısından birbirinden kesin olarak ayrılmıştır.
Her iyi şeyleri ve kötü şeyleri devam ettirenler birbirlerinin varisleridirler. Peygamberimiz Efendimiz (asm), “Âlimler peygamberlerin varisleridir buyurmuşlardır”. Âlimler nasıl peygamberlerin varisleriyse, Çanakkale Şehitleri de Bedir Şehitlerinin varisleridirler. Seyyid-üş Şüheda yani efendileri, Hz. Hamza’dır (ra).