"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Sadeleştirmede meydan okumalar (1)

M. Latif SALİHOĞLU
22 Ocak 2014, Çarşamba
Sadeleştirme adı altında Risâle-i Nur’da yapılan tahrifat işi, bazı kimselerde başlangıçta bir heves olarak uyanır, depreşir ve bilâhare fiilî bir teşebbüse dönüşür.

Bazı kişi ve gruplarda ise, bu iş bir “meydan okuma” şeklinde tezâhür eder.
İşte, bu ikinci şıktaki gruba ait bir yayınevi, önce tahrif edilmiş Lem’âlar’ı, ardından Sözler’i basıp neşretti. Şimdi de Mektubat’ı yayına hazırladıklarını belirtiyorlar... İşin acip ve tuhaf bir yönü de, bütün bu işlerin tam bir “meydan okuma” havası ve edâsı içinde sürdürülüyor olmasıdır. Şöyle ki:
• Müslim-gayrı müslim olan hemen herkesle “diyalog” kurmakla bilinen bu grubun temsilcileri, iş “Risâleleri sadeleştirme”ye gelince, hiç kimseyi takmıyor, tanımıyor, muhatap almıyor ve zerrece olsun diyalog kurma gereğini dahi duymuyor.
• Yarım asırdan fazla bir zamandır Nurları okuyan hizmet grupları, dahası Üstad Bediüzzaman’ın talebe ve hizmetkârları var. Bu meseleyi onlarla da görüşme, konuşma, danışma ihtiyacını duymuyor.
• Yıllar yılı onlara kardeşçe ve nazar-ı musamaha ile bakmış olan Bediüzzaman’ın hizmetkârlarını tahkir ve tezyif edercesine bir vaziyet takınıyorlar. Meselâ, bu yaşlı ve mübaret zâtların müşterek imza ile kaleme almış oldıkları mektuba cevap verme tenezzülünde dahi bulunmuyorlar.
•Türkiye’de normal kitap baskısı 5 bin adet civarında olmasına mukabil, bunlar tahrif edilmiş her kitabı 100-150 bin adet basıp piyasaya sürüyorlar. Bu tarz bir neşriyatın, piyasadaki normal “arz-talep dengesi” ile uzaktan yakından bir alâkası yoktur. Hiç talep miktarına bakılmadan, kitaplar arz ediliyor. Adeta, aslının yerine tahrif edilmiş olanı ikame edilmek isteniyor. Bu iş için ayrıca mağazalarda özel stantlar kuruluyor; gelen herkese özellikle bu nüshalar pazarlanmaya çalışılıyor.
Bütün bu yapılanları iyi niyetle düşünüp değerlendirmenin bizce imkân ve ihtimali kalmıyor.
Zira, burada en başta Üstad Bediüzzaman’a meydan okuma var. Onun “Kabiliyetine göre herkesin anlayacağı, istifade edeceği tarzda yazıldı” dediği Nur Risâlelerine, onun aziz, fedâkâr talebelerine, onun ve talebelerinin katışıksız Nur hizmetine bir meydan okuma hali var.

1960’larda sadeleştirme girişimi

Risâle-i Nur’u sadeleştirme çabası yeni değil. Son 50-60 yıllık zaman zarfı içinde, birçok kişi bu işe teşebbüs etti. Teşebbüslerin bir kısmı akim kaldı, bir kısmı halen devam ediyor.
Sadeleştirme işine, en başka Üstad Bediüzzaman sıcak bakmadığı, izin vermediği, hatta bu işi yapana hakkını helâl etmediği gibi, onun has talebeleri de dünden bugüne kadar hep aynı tavrı sergileye gelmişlerdir.
Bu sadeleştirme işini yapan, ya da savunan günümüzde birçok kişi olmakla beraber, özellikle bir hocaefendinin ismi daima ön plâna çıkıyor.
Bazıları, bu zâtın sadeleştirmeye nasıl baktığını tam olarak bilmemekle beraber, bazı kimseler de sanki bu işe yeni el atılmış olduğunu zannediyor.
Oysa, bu hikâyenin evveliyatı çok eskilere dayanıyor. İşte size ispatı...
Kaynak: http://tr.fgulen.com/content/view/12061/15/
Bu web adresteki “Necip Fazıl, Risâle-i Nurları sadeleştirmek istedi” başlığı altında (31.03.2004’te) anlatılanların bir özeti aynen aşağıdaki gibidir...

Köprüaltı diline çevirme aşkı!

Merhum Necip Fazıl'ı (1965’te) Kırklareli'ne konferansa çağırmıştık. O zaman orada vaizdim. Kendisine talebelik yapanlarla gelmişti. ...Akşam bir yemekte beraber bulunduk. Güzel şeyler konuşuldu. Ben saygımı ifade ettim.
Necip Fazıl bana dedi ki: "Bediüzzaman, Sultanahmet'in mimarı gibi büyük bir adamdır. Bu büyük insanın büyük düşünceleri var. Fakat, köprünün altında yaşayan insanlar var. Bunlar Bediüzzaman'ı, bu büyük mimarın sözlerini anlamazlar. Bana müsaade edilse de o  insanların diline göre onu sadeleştirsem."
Ben burada Necip Fazıl'ın tevazuunu ve mahviyetini görüyorum. Ona "Üstadım bu mesele beni aşar. O büyük zata birinci safta hizmet etmiş, kitaplarını yazmış, istinsah etmiş, basmış, dağıtmış insanlar vardır. Bu mevzuda söz onlarındır. Bana sadece bir elçilik düşer. Bu elçiliği yaparım" dedim.
Çok yumuşamıştı. Hatta Büyük Doğu'nun üst üste iki sayısında yazdı. Bu yazıları bizim arkadaşlarımız sorguladılar. Üstad için ölebilecek çok vefalı birisi (Zübeyir), sorguladı.

Hoşlanmadı yani...
Hoşlanmadı. Sonra bizim rahmetli Bekir Berk Bey geldi. Necip Fazıl'ı kastederek bana dedi ki, "Keçeli ne yaptınız, adamı fethetmişsiniz? Sen kitap vaat etmişsin ona. Külliyatı verecekmişsin. Gel ver." Ben de İstanbul'a kitapları vermeye gittim.
Fakat, bizim gibi düşünmeyen, benim de hatırını kıramayacağım birisi (Zübeyir Gündüzalp) beni çağırdı. Oldukça ciddî itap etti: "Bu kitaplar, böyle isteyene uluorta verilmez. O kim oluyor ki sadeleştirecek?"  dedi.
Ben de haşlandım orada. Sonra Bekir Berk'e "Abi beni mahvettin. Söz verdim bu işi yapmaya. Buraya geldim, hışma uğradım" dedim.
O da "Kardeşim, bizim aklımız her şeye ermez. Onlar bilirler" dedi. Bu sözleri söyleyen kişiye (Zübeyir Abiye) onun da saygısı vardı. Öyle geçiştirdi meseleyi.

Çok dar görüşlülük. Öyle değil mi?
Ben artık vefat etmiş o zat hakkında öyle düşünmek istemiyorum. Fakat, keşke öyle olmasaydı. Necip Fazıl gibi belli kredisi olan bir insan tarafından onun kendisine has üslûbuyla, kendisini sevenlerle olabilirdi o gün.
Geç kalındı. Haddim olmayarak, korkarak, titreyerek bazı parçaları kendi kırık-dökük cümlelerimle bir mecmuada biraz sadeleştirdim. İktibaslar halinde bir kitap olarak da çıktı.
* * *
Bu ifadelerden açıkça anlaşılıyor ki: Üstad Bediüzzaman’ı ziyadesiyle üzen, sadakatte birinci talebesi Zübeyir’i hiddete getiren Necip Fazıl’ın, o ikide bir nükseden sadeleştirme arzusu haklı bulunuyor ve bunun müdafaası yapılıyor.
Dahası, bu işte geç kalındığı için, bizzat kendisinin bu işi yapmaya teşebbüs ettiğini beyan ediyor.

Bir başka meydan okuma: 1990

Bir sonraki yazıda, 22 Ocak 1990 tarihli Zaman gazetesinde çıkan ve “Risâle-i Nur’un sadeleştirilmesinin gerekliği” iddiasında bulunan bir yazıya mukabil, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Said Özdemir, Ahmed Aytimur ve Hüsnü Bayramoğlu imzasıyla yapılan müstakim açıklama üzerinde durmaya çalışalım.
................................
Twitter hesabımız: @salihoglulatif

Okunma Sayısı: 7773
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Abdullah Tunç

    21.1.2024 21:53:58

    Bu yazıyı, bu konuda yete ri kadar bilgi sahibi olmayanlara,konuyu hafi fe alanlara, işin ciddiyetini anlamayanlara duyurmak lazım ki işin vehameti an laşılsın.Ona göre hareket etsinler. Sadeleştirme deh şetli bir sui kasttır.Kor kunç bir hatadır.Dehşetli bir manevi cinayettir.

  • betül doğruer

    23.1.2014 14:51:00

    Muhterem Latif Ağabey;Nur yolcularının istikbaline ışık tutacak mahiyette olan bu tarihi bilgileri bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.Yazınızdaki Üstadımız sadeleştirme yapanlara hakkını helal etmedi ifadesini ilk defa sizden duyuyorum.Bunun kaynağını öğrenebilir miyim? Belki evvelki yazılarınızda anlatmışsanızdır. dikkatimden kaçmış olacak. bu konuda bilgi verir ya da kaynağa yönlendirirseniz memnun olurum.Hayırlı çalışmalar...

  • Sezai Mumcu

    22.1.2014 17:26:00

    Insanlardan öyleleri var ki bir agac kadar olamiyor... Bir agac gübreyi kendi yer insanlara tatli, lezzetli meyveyi sunar. Kimi insanlar ise Allah’in kendine in’am ettigi lezzetli meyveleri besmelesiz, hamdsiz, sükürsüz yiyor, Allah’in kullarina gübre misal ürün taktim ediyor. Keske odun olsaymis!

  • Hasan Birben

    22.1.2014 13:47:00

    Muhterem Yeni Asya yazı ailesi
    Gündemdeki son gelişmelerle ilgili Risâle-i Nur penceresinden bakarak yapmış olduğunuz değerlendirmelerin tamamına katılıyor ve yazılarınızın altına imzamızı atıyoruz.
    Cenab-ı Hak, sizi ve tüm camiamızı her türlü fitne, fesat, belâ ve musibetten korusun; ayrıca, sizlerin feraset ve metanetinizi arttırsın ve makbul hizmetlerini daim kılsın.
    Kilimli, Zonguldak

  • seyfeddin kamil d.

    22.1.2014 11:40:00

    Yeni Asya misyonunun değerli insanları; enseyi karartmayınız. Cenab-ı Allah gafur ve rahîm olmakla birlikte aynı zamanda kahhar ve cebbar’dır da. İşte görüyorsunuz iki tarafı da rezil-i rüsvay etti. Şimdiye kadar bizden kopanların hepsi de batağa saplandılar. Bugün abi denilen kişilerin hepsinin beyinleri sulanmış durumda ağızları ile söylediklerini kulakları işitmez vaziyetteler. Bugüne kadar adı geçenlerin hepsini ölçtük, biçtik, tarttık. Bu davanın her türlü bühtandan arınmış bir şekilde yoluna devam edebilmesi, ancak Zübeyr Gündüzalp çizgisiyle mümkün.

  • celal can

    22.1.2014 10:55:00

          ne yazık ki ! sadeleştirmeye öncülük edenler, bedüzzamanın şahsının ve Risale-i nurun şahsı manevisinin mahiyetini anlayamamışlar.aynı zamanda Risale-i nurlar ehli sünnetin en başta müraacaat etmesi gereken eserlerdir.Risale-i nurları tahrif eden ehl-i sünnet ,sünneti seniyeyi tahrif ediyor demektir.diye düşünüyorum.

  • h.h.k

    22.1.2014 09:45:00

       ’’Beşer zulüm eder, kader adalet eder.’’ Bu kaide tamamıyla camiada tecelli etmiştir..Elbette kendilerine yapılan zulümvari hareketleri tasvip etmiyoruz..Fakat kaderin fetvasına da diyeceğimiz hiç bir şey yoktur..Hale akılları başlarına gelmiş görünmüyor..Tevbe nin ilk şartı hatayı anlamadır ve bu hatayı itiraftır ve bir daha böyle bir hatayı yapmayacağına kesin söz vermedir..Hani nerede..Hatayı işlemeye ısrarla devam ediliyorsa bu işin sonu çok daha vahimdir..Allah hayretsin..

  • m özmüş

    22.1.2014 09:36:00

    Kur’an devamlı meydan okuyor.. işte meydan Kur’anın Allah sözü olduğundan şüphede iseniz,tüm medeniyet bir araya gelip,Kur’anın benzeri bir kitap oluşturunuz...meydan okuma 1400 yıldır devam ediyor..getiren yoktur...o zamandan bu yana halen benzerini meydana getirmediler...çünkü getirmeleri mümkün değildir...Bizde Üstadımız adına ,Risale-i nurları sadeleştirenlere meydan okuyoruz.... ve diyoruz ki...!   ’Ey ekbekül küpekadan tekepküp etmiş derhal sadeleştirme adı altında risaleleri tahrif etmekten vazgeçin eğer gücünüz yetiyorsa Risalei Nurların benzeri bir küçük mesele yazabiliyorsanız yazın işte meydan !

  • efe asiloğlu

    22.1.2014 01:04:00

    Selamun aleyküm hocam.
    Yazınızı okuyup istifade ettim.Allah razı olsun.hocaefendi ile ilg alıntıları verdiğiniz linkten baktım.bir iki şey yazmak istiyorum.birincisi ona ait olarak yazdığınız şeyler bir röportajdan alıntı olduğu için orada geçen ’dar görüşlülük’ sözü hocaefendiye aitmiş gibi anlaşılıyor.ama röportajı yapana ait.
    ikincisi keşke röportajın tamamını yayınlasaydınız,alıntılar sui zanna ve vebal olmasına sebep olabilir.hürmetler

  • ramazan tavşan

    22.1.2014 00:49:00

    Bunlar ilk önce ezanı sadeleştirsinler. Çünkü orada da tam olarak herkesin anlayamadığı bazı kelimeler var. Ezana dokunmaya yürekleri yeter mi? Halkın gözünde ne duruma düşerler. Ama sıra risalei nur a gelince kolay; acaba babalarının patates tarlası mı orası ?
    Bunlar risalei nur da tasarruf hakkı elde etmek için şimdiye kadar ne gibi hizmetleri olmuş ve ya kaç defa okumuşlar da neresini anlayamamışlar? Madem anlayamamışlar nasıl anlaşılır hale getirebiliyorlar.
    Bir hayvana çobanı taş atsa bunu ikaz olarak anlar ve hemen geri döner. Yedikleri bukadar sille tokat bunları hala mı ayıltmadı. Ne zaman ayılacaklar? Allah akıl fikir versin

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı