Bundan tam 111 sene önce bugün (27 Nisan 1909) Osmanlı Hanedanı’nın son kudretli padişahı Sultan II. Abdülhamid Han, Yıldız Sarayı’ndaki tahtından indirilerek 33 yıllık saltanatına son verilmiş oldu. Onu devirenlerin, bozuk İttihatçıların içinde etkili rol oynayan Selânik komitacıları olduğunda bizce şüphe yoktur.
Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indiren İttihatçı çapulcular, aynı zamanda tarihin en çirkin, en iğrenç hırsızlık olaylarından birini de irtikâp ettiler. Şöyle ki:
Yıldız Sarayı’nda bulunan Sultan Abdülhamid’in şahsına, ailesine ve hatta saltanata ait değerli eşyanın hemen tamamını sandıklara doldurup ve bir kısmını da alenen gasp ve garet edip götüren yağmacılar, ayrıca kütüphanede bulunan pekçok kitap ve evrakı da ateşe vermek sûretiyle ihanete varan en büyük cinayeti işlemiş oldular.
Saraydan çalınarak, gasp edilerek götürülen değerli eşyanın âkibeti hakkında da esaslı bir mâlumat yok, ne yazık ki…
İşte, bu büyük tâlân ve soygun hadisesinden de anlaşılıyor ki, Selânik merkezli Hareket Ordusu’nun asıl maksadı, iddia edildiği gibi “31 Mart İsyanı”nı durdurmak, sükûneti sağlamak değildir; hele meşrûtiyeti korumak falan hiç değil.
***
Padişahı tahttan indirenler, görünürde “vatanperver” İttihatçılardı. Ne var ki, bu görüntünün arka planında Selânikli Yahudiler ile Yahudilikten dönme Sabetaycılar bulunuyordu.
Nitekim, ülke yönetimini silâh zoruyla ele geçiren Hareket Ordusu’nun bir diğer ismi “Selânik Ordusu” olduğu gibi, Meclis’ten çıkan “Padişahı hall kararı”nı tebliğ etmeye giden heyetin başındaki kişi de Selânik mebusu Yahudi asıllı Emanuel Karasso’dur.
(Karasso, o günlerin “Selânik Yoğurtçusu”, günümüzde ise 120 ülkede fabrikası olan meşhur “Danone” markasının sahibi olan geniş ailenin reisi.)
***
Burada “evlâd-ı fatihân”dan olan Selânikli Müslümanları tenzih ederek ifade edelim ki, Selânik kökenli gizli veya harbî Yahudiler, çevirdikleri dolaplarla hem İttihatçıların içinde bulunan Müslüman unsurları kandırarak oyuna getirmişler, hem de vaktiyle kendilerini himaye eden Osmanlı’ya en büyük ihaneti yapmışlardır.
Şurası bir gerçektir ki: Son merhalede başa monte edilen Mahmut Şevket Paşa hariç, Hareket Ordusu’nun gerek kurmay kadrosu ve gerekse komuta kademesindeki subayların hemen tamamı Selânik kökenli olup, ekseriyet itibariyle Dönme ve Sabetaist kimselerdir.
İşte, efendisine ihanet eden bu vahşi nankörler, Sultan Abdülhamid’i devirmekle de kalmayıp, devletin askerî, siyasî, ticarî ve hatta bürokratik kademelerinin hemen bütün kilit noktalarına Selânikli dönmeleri yerleştirerek, aslında ülkenin idaresini de ele geçirmiş oldular.
Esasında, tahttan indirdikleri Sultan Abdülhamid’i Selânik’e (Alatini Köşkü) göndermekle, gayet sinsice bir manevra ile şu mesajı vermiş oldular: “Ey Osmanlı saltanatı! Böyle yapmakla, bak seninle yer değiştirmiş olduk. Sen sürgün olarak Selânik’e, biz ise hür olarak İstanbul’a.”
***
Bediüzzaman Hazretleri, bu tarihî hadiseyi “Tebeddül-ü saltanat”, yani, saltanatın el ve yer değiştirmesi şeklinde tâbir ederek, bunu milletimizin başına gelen 33 yıllık (1909-1942) helâket ve felâket silsilesinin ilk halkası şeklinde yorumlar. (Bkz: “Karadağ’ın bir meyvesi” başlıklı mektup.)
***
Sultan Abdülhamid’in yerine tahta getirilen Sultan Reşad ile son padişah Sultan Vahdeddin, esasında çok tâlihsiz ve mağdur kimselerdir.
Zira, bu şahsiyetler, hemen hiçbir meselede kendi irade ve inisiyatifleriyle hareket edemiyorlardı. Ülkenin tamamı gibi, onlar da İttihatçıların baskısı ve kontrolü altında olup, dayatmalarından son derece muztaripti.
Asker ne diyorsa, İttihatçılar nasıl istiyorsa, Sultan Reşad ile Sultan Vahdeddin öyle davranmak durumundaydı. Hem ellerinden birçok yetkileri alınmış, hem de her türlü hareket ve faaliyetleri İttihatçıların inisiyatifine bırakılmıştı.
Hatta, Sultan Reşad’ın 1911 baharında gerçekleşen Rumeli Seyahati bile, baştan sona İttihatçıların önceden belirlemiş olduğu çerçeve içinde cereyan etti.
Bu da gösteriyor ki, Sultan Abdülhamid’den sonrakiler askerin gölgesinde ve İttihatçıların içindeki Selânik Komitacıları’nın tesirinde kalmış olup, bilinen şekliyle “Osmanlı dirayeti”ni gösterememişlerdir.
Demek ki, o tarihten sonra Osmanlı Sultanları sembolik olmaktan öteye gidememiş, asıl yönetim bir başka hanedanın, Selânikli Dönmelerin eline geçmiştir.