Sosyal hayatta iyi ve kötü kesin sınırlarla birbirinden ayrılmış değildir.
Ortada karmaşık bir durum vardır. Kötü bildiğimiz hadiselerin ve olayların altından iyi sonuçlar çıktığı gibi, iyi olarak gördüğümüz ve bize iyi gözüken pek çok hadiselerin sonuçları iyi olabilmektedir. Sonucu önceden kestirmek güçtür. Bunun için sosyal hadiseleri değerlendirirken peşin hükümler insanları çoğu zaman yanıltmaktadır. İki tam sayı arasında sonsuz sayı olduğu gibi, iki renk arasında bile sonsuza yakın farklı tonlar vardır. Gerçekler detaylarda gizlidir. Sosyal hayatta ehven-i şer prensibini uygulamak sosyal hayatı ve bu hayatın girift yönlerini ve detayları iyi bilmeye bağlıdır.
Ehven-i şer, bu imtihan dünyasında hayrı ve şerrin karışık olduğu bir âlemde ifrat ve tefrit ortasında maksada götüren vasat bir mertebe ve bir yoldur. Bilhassa hayırlı ve şerli insanların bulunduğu toplumu idare edenlerce, zulümden adalete götürecek, şerden kurtarıp hayra yol açacak prensip “ehven-i şer” prensibidir.
Şer ikiye ayrılır: Birincisi mutlak şerdir. Buna sonuçta şer ile biten hayırlı gibi görünen iyi işler de dâhildir. İşler sonuçları ile değerlendirilir. Yani şerre götüren ve sonu şer ile biten hayırlı iş de mutlak şerdir. Bütün kötülükler iyi niyetten ve iyi gibi görünen kötü fiillerden çıkar. Şeytanın hayırlı gibi görünerek ibadet etmesi onu hayırlı yapmadı, bilâkis şerrinin çoğalmasına ve başkalarına sirayet etmesine yardımcı oldu. Kendisinin de enaniyetini ve kendine güvenini arttırarak şer işlemeye cesaret verdi. Akıllı insan işin sonunu gören ve hayır gibi görünen şerli işlerin sonucunu anlayarak ondan vazgeçendir. Bediüzzaman’ın “Çok iyiler var ki iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar” dediği husus bu olsa gerektir.
İkincisi ise “ehven-i şerdir.” Bu, görünüşte şer gibi de olsa sonunda hayırla neticelenen ve baştaki zararı kat kat telâfi edecek olan iyi sonuçlar doğuran şerdir. Rahatın zahmette ve meşakkatte olması buna en güzel örnektir. Cihada asker sevk etmek ve kangren olmuş parmağı kesmek de sonu hayırla biten bir şerdir.
Kâinatta genellikle “ehven-i şer” kuralı hâkimdir. Her şeyde hayra ve şerre sebep olabilecek unsurlar vardır. Bu unsurlar genellikle izafî hakikatlerdir. Bunun için bir şey hakkında hayırdır veya şerdir diye kesin hüküm vermek yanlıştır. “Neye göre ve kime göre şerdir veya hayırdır” deme durumu söz konusudur. Bundan dolayı Bediüzzaman “Ehven-i şer bir adalet-i izafiyedir” demiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in nüzulü tedricilik kanunu ile olmuştur. Bunun hikmetlerinden birisi de insanların seciyelerine işlemiş olan kötü alışkanlıklardan “ehven-i şer” metodu ile yavaş yavaş vazgeçirmektir. Peygamberimizin (asm) aşamalı olarak içkiyi ve faizi yasakladığı, köleliği aşamalı olarak kaldırdığı bir gerçektir. Burada tamamen hayra giden yolda bir müddet “ehven-i şer” metodunu uyguladığını görmekteyiz.
Ehven-i şer sosyal hayatta bir esneklik ve rahatlık sağlar. Az müsadekâr olmak nisbî bir hakikattir. Ancak bu iyi niyetle hayra yol açmak için uygulanan bir prensiptir. Eğitimde öğretmen, öğrenme ortamında öğrencilerin hatalarına göz yumar ve öğrenmeyi sağlamak için yapılan yanlışları müsamahakâr davranır. İbadet hayatında da mükemmele gitmek elbette ilk aşamada yapılan yanlışları müsamaha ile karşılamaktan geçer. İnsan yanlış yapa yapa nihayet doğru yapmayı öğrenir. Yanlış yapma korkusu ile hareket edildiği takdirde hiçbir zaman iyiye ulaşamayız. Öğrenme ortamında müsamahanın yeri çok mühimdir. İşte bu aşamada “ehven-i şer prensibi” ister istemez uygulanmaktadır.
Saltanat ve monarşinin kendini muhafazaya çalışması zamanla istibdadı netice vermiştir. İstibdat ise toplumda ahlâkı bozmuş ve pek çok fesat şebekelerine sebebiyet vermiş, insanların istidat ve kabiliyetlerinin sönmesine yol açmış, insanlık cevherinin işleme ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmeyi netice verem hürriyet ortamını bulamamış olması da terakki yerine tedenniyi netice vermiştir.
İnsanlık zamanla monarşinin istibdadından kurtulma çaresini bulmuş ve buna “Demokrasi” adını vermiştir. Demokrasi insanlık cevherinin işlemesine en müsait olan hürriyet ortamını sağlayan bir idari sistemdir. İnsanlık için esas olan hürriyettir. İnsanlığı maddi ve manevi olarak mahveden ise her nevi istibdattır. İstibadı netice veren istibdadın devamını sağlayan dayanaklar ise “birisinin hatası ile başkasını mesul etmek” ve “toplumun selâmeti için ferdi feda eden” zalimane prensiplerdir. Hâlbuki Peygamberimizin (asm) Allah’tan getirdiği ve insanın hürriyetine yol açan temel ölçü ise “Hürriyet-i hakikî” ile “Adalet-i mahza” olan “Birisinin hatası ile başkası mesul olmaz” “Bir ferdin hukuku bütün insanlık için bile olsa feda edilemez” prensipleridir.
Bediüzzaman son dersinde de siyaset âleminde “Demokratlar dine dostturlar” buyurarak Demokrat Partiye destek olunmasını ve onların şahsî hatalarına “ehven-i şer” olarak görmelerini ister. “Benim Nur ahiret kardeşlerim, ‘ehvenüşşer’ deyip bazı biçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil... Çünkü dahilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ‘ehvenüşşer’ olarak bakınız. Daha ‘âzamüşşer’den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun” dersini verir.
Bediüzzaman burada siyasetin yanlışı ile siyasetçinin yanlışını birbirinden ayırır. Demokratların yönetimi olan hürriyetçi demokrasinin hürriyet-i şer’iye ve adalet-i mahzaya götürecek olan doğru bir yönetim olduğunu ve desteklenmesi gerektiğini, ancak demokratların şahsî hatalarını ise “ehven-i şer” olarak görüp onların siyasetlerinin de yanlış olduğu anlamına gelmediğini söyler. Nasıl ki doktor ve mühendisin şahsî hataları onların tıp ve hendeselerine zarar vermezse, demokratların şahsî hatalarının da demokrasiye zarar vermeyeceğini ifade eder.