Alışkanlıklarının esiridir çoğu zaman insan.
Tabiî bu alışkanlıklar iyiyse mesele yok. Ama kötüyse sıkıntı var demektir.
Neye alışmıyoruz ki?
Sıcağa, soğuğa…
Işığa, karanlığa…
Sağlığa, hastalığa…
Zahmete, rahmete…
Zulme, adalete…
Zıtlar dünyasında bir o yana, bir bu yana savrulup dururken uğradığımız her durakta “alışkanlık / ülfet / ünsiyet” denilen bir hâl ile karşılaşabiliyoruz.
Alışmak bazen nimet, bazen nikmet olur.
Bir hastalığın, bir illetin verdiği ıztıraba alışmak çoğu kere nimet olurken; sağlığa, afiyete alışmak ise çoğu kere gafletli hallere dûçar eder insanı.
Zulme alışmak, haksızlıklara seyirci kalmak büsbütün büyük sıkıntılar doğurur.
Alışmamamız gereken haller vardır bu dünyada.
Sözgelimi ‘hava’dan ‘su’dan konuşurken onlardaki büyük nimetlerden gafil oluşun ve şükürsüzlüğün sebebi, eğer onlara ‘alışmak’sa, bu ‘alışma’yı bir sorgulamak lâzım.
“Bir göz hatırı için çok gözler sevilir” ise, her güne açtığımız bir çift göz hatırı için, o gözleri Bahşeden’e nihayetsiz bir sevgi, şükür ve minnet içerisinde olmak gerekirken bu hallerden uzak bir “alışkanlık” içerisindeysek yine iyi bir vaziyette seyretmiyoruz demektir.
Hayat “hayranlık” gerektiriyor aslında. Yüce Kudret’in faaliyetleri karşısında tam bir hayranlık içinde Yaratana minnettarlık duygusunu beslemeyi…
Her güne bir değil, yüz değil, binlerce nimetle uyandığımızı, sözkonusu nimetlerin tekrar be tekrar bize bahşedildiğini hissetmeye çalışmak, gafleti doğuran ‘alışmak’tan, ‘huzur’u netice veren ‘hayranlıkla tefekkür ve teşekkür etme’ye geçişle mümkün olacaktır.
Bir vazifemizin de “hayran olmak”, Rabb’in san’atları karşısında teşekkür hisleri uyandıran bir tefekkürle “istihsan etmek” (beğenmek), “takdirkârâne alkışlamak” olduğunu bilmek gerekiyor.
Rabbimiz “Şükrederseniz nimetimi ziyadeleştiririm” (İbrahim: 7) diyor.
Kim üzerindeki nimetlerin, afiyetin artmasını istemez ki?
O halde gafleti netice veren alışkanlıklardan, huzura vardıran hayranlıklara olsun yolculuğumuz inşaallah.