Üstad Bediüzzaman Hazretleri Yirminci Mektub’un İkinci Makamı’nın Sekizinci Kelimesi’nde şöyle der:
“Evet, şu mevcudat, âyinelerdir. Fakat zulmet (karanlık) nura âyine olduğu gibi, hem karanlık ne derece şiddetli ise o derece nurun parlamasını gösterdiği gibi, çok cihetlerle zıddiyet noktasında âyinedarlık ederler.”1
Gerçekten de pekçok hususta Cenâb-ı Hakk’ın esma-i hüsnasına “zıddiyet” noktasında “âyinedarlık” yaparız.
Acizliğimiz ile O’nun sonsuz kudretine âyinedarlık ederiz meselâ. Esasen bu hakikat bütün varlık âleminde okunur. Zaten her şeyin manen “Bismillah” demesinin bir manası da budur. Kendi güçlerinin çok üzerinde harika işlere mazhar olan varlıklar, büyük kudret gerektiren bu hallerle “zıddiyet” noktasında âyinedarlık yapmakla “Allah namına hareket ettiklerini” göstermiş olurlar.
Kâinattan bu dersi alan insan da, her işinde “Bismillah” diyerek, Allah’ın sonsuz kudreti karşısında acizliğini ilân etmiş olur. Böylelikle vücudundaki bütün zerrelerin kendi diliyle yaptıkları zikre de uyum sağlamış olur.
Varlık âlemindeki bu esaslı düsturun beşerin şahsî ve sosyal hayatında da iyi okunması gerek. Sözgelimi insanoğlunun acz ve ihtiyaç diliyle kavuştuğu medeniyet harikaları bunun dikkat çekici bir örneğidir.
Öte yandan Bediüzzaman’ın, tırnak kadar bir çekirdekten dağ gibi bir ağacı halk eden Kudret’in, kendisi gibi bir acizden Risale-i Nur gibi harika bir eseri vücuda getirmesinin akıldan uzak görülmemesi gerektiğine vurgu yapması da “zıddiyet noktasındaki ayinedarlık vazifesinin” güzel bir tefekkür örneğidir.
Bu bağlamda Nur Talebelerinin ubudiyet noktasında kendilerini aciz bilip, hatta “acz” ve “fakr”ı birer meslek esası ittihaz etmelerinin ve “ihlâs, sadâkat ve tesanüd” sıfatlarına haiz olmak şartıyla “Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.” 2 hükmüne mazhariyetlerinin sırrı da burada yatar.
Evet, insan acizdir, fakat bu acizliğiyle Allah’ın sonsuz kudretine ve eşsiz san’atına “mükemmel bir ayna” olma istidadındadır. Bir cihette ne kadar acizse, o kadar güçlüdür. Kendini nâkıs bildiği ölçüde kâmil; kâmil bildiği ölçüde de nâkıstır. Onun için “Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmeli” 3 denilmiştir.
Bu bakımdan hizmetlerimizde nicelikten (kemiyet) ziyade nitelik (keyfiyet) önemlidir. “Ne kadar” olduğumuz değil, “nasıl” olduğumuz mühimdir. “Güç ve iktidarla gelen âcizliğe” değil “aczini bilmekle gelen hakikî güç ve kudrete” talip olmuşuzdur. “Kuvvet” değil “hak”tır esas olan. Kalıcı olan da budur.
Dipnotlar:
1- Mektubat, Y. Asya Neşriyat, 2018, s. 285. 2- Emirdağ Lâhikası, Y. Asya Neşriyat, 205. mektup, s. 305. 3- Sözler, Y. Asya Neşriyat, 2018, s. 54.