Vahidiyet ve ehadiyet...
Varlık âleminde birliğin iki ana tecellisi.
Benzerliklerimizle vahidiyete, farklılıklarımızla ehadiyete ayna oluruz.
Benzerlikler her şeyin “tek bir el”den çıktığı gerçeğini, farklılıklar ise Yaratıcının “fail-i muhtar” (irade ve tercih sahibi) olduğunu gösterir.
İnsan yüzündeki iki göz, iki kulak, bir burun “vahidiyet” tecellisi iken, mezkûr organlarla herkese farklı bir sima verilmiş olması ise “ehadiyet”e örnektir.
Kâinattaki bu tecelliler sadece fizikî özelliklerde değil, beşerî münasebetler ve içtimâî husûsiyetlerde de kendini gösterir. Sözgelimi “insan” denen varlık genel hatlarıyla tek bir özellik gösterir, ama her insanın ayrı bir âlem olduğu da hakikattir. Yaratıcı Kudret her bir insana farklı duygular, kabiliyetler, eğilimler ihsan etmiştir.
Peygamber Efendimizin (asm) “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız” ifadesinde manasını bulduğu gibi “vahidiyet” gereği insanlar tek bir ana ve babadan yaratılmışken, “ehadiyet” iktizasınca da farklı maddî manevî özelliklere sahip kılınmışlardır.
Hucurat Sûresi 13. âyetin “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık” kısmı “vahidiyet”in; “Sonra da birbirinizi tanıyasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık” kısmı ise “ehadiyet”in bir ifadesidir.
Vahidiyet, Müslümanları “aynı Allah’a, aynı Kitab’a, aynı Peygamber”e rabtedip, aynı Kıble’de birleştirirken; ehadiyet ise farklı mezhep, meslek ve meşrep zenginliklerini netice vermiştir. “Hâlık’ımızın, Mâlik’imizin, Mâbud’umuzun, Râzık’ımızın bir olması” vahidiyet ise, aynı Esma-i Hüsnanın farklı tecellileri, sözgelimi Allah’ın farklı şekillerde halk etmesi, farklı rızıklarla rızıklandırması, farklı ibadet şekillerine mazhar kılması ise ehadiyet tezahürüdür. Peygamberlerin ayrı ayrı şeriatları, evliyaların farklı farklı meşrepleri de hep ehadiyet tecellileri olarak görülebilir.
Nihayet insanların aynı gökkubbe altında, tek bir dünyayı paylaşıyor olmaları “vahidiyet”; farklı coğrafya, millet, dil ve kültür özelliklerini haiz olmaları ise “ehadiyet” tecellisidir.
Öte yandan “aynı ülke” sınırında yaşayan “farklı kesim”den insanların “tek bir meclis çatısı” altında “farklı görüş zenginlikleriyle” şûrâyı oluşturmaları ise “vahidiyet içinde ehadiyet tecellileri”ne güzel bir örnektir.
Görüldüğü gibi vahidiyet ve ehadiyet tecellileri iç içedir aslında.
Buradan eğitime de bir kapı aralayacak olursak: Tek bir öğretmenin, tek bir sınıfta, tek bir müfredat ile elbette “bireysel farklılıkları” nazara alan bir eğitim sürecini yürütmesi beklenir. Öğretmenin ve müfredatın tek olması, eğitimin basmakalıp yapılmasını gerektirmez. Aksine bu teklik içinde bir zenginliğin olmasıdır arzu edilen.
Aynı zaviyeden bakarak, Doğu-Batı medeniyetleri olarak ikiye bölünmüş insanlığın, yüzyıllar içerisindeki birikimini harmanlamakla dünyaya nefes aldırabileceğini de söyleyebiliriz. Bu manada “medeniyetler ittifakı” tezinin “çokluk içinde birlik” manasına hizmet ettiğini söylemek mümkün. Bediüzzaman’ın “Beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek, yalnız İslâmiyet’tir ve İslâmiyet’e inkılâb etmiş ve hurâfâttan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder.”1 sözünü bir de böyle okumalı.
O halde hakikat “tek”tir, ama “zengin”dir demek mümkün. Maksatta ve esasta ittifakla beraber vesilelerde ihtilâf olabilir. Bu ise “hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder.” 2 Unutmayalım ki “İttifak hevâda değil hüdâdadır.” Maksat hak ve hakikat olursa, farklılıklar hakikate hizmet eden birer “zenginlik” olacaktır.
Son söz: Pek çok buhrandan kurtuluşumuzun çaresi “çokluk içindeki birlik” ile “birlik içindeki çokluk” tecellilerini kevnî âlemde olduğu kadar beşerî münasebetlerimizde de görmekte saklı.
Dipnotlar:
1 - Eski Said Dönemi Eserleri (H. Şamiye), Y. Asya Neşriyat, 2017, s. 244
2- Mektubat, Y. Asya Neşriyat, 2017, s. 316.