“Ölçü”; mutedil olma, ifrat ve tefritten uzak durarak orta yol olan vasatı tercih halidir. Dünya üzerinde yaşanan bütün savaş, huzursuzluklar, yıkım ve kargaşa insanoğlunun ölçüsüzlüklerindendir.
Kâinatın yaratılışının temel felsefesi ölçüdür. Cenab-ı Hak insanı istediği şekilde yaşamaması için başıboş bırakmamış, zaman zaman din, kitap, peygamber göndererek ölçüler muvacehesinde yaşamasını sağlamış. İnsanlığın sürekli gelişmesinden dolayı bu kaynakları mükemmelleştirerek İslamiyet, Kur’ an ve son Peygamber Hz. Muhammed (asm) ile noktayı koymuştur.
Çağımızda ise Kur’ an, sünnet dâhilinde İslamiyet’e uygun bir anlayışla Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri vasıtasıyla ortaya konulan Risale-i Nur ölçüleri ile beşerin Ahirzamanın dehşetli hadisatının karşısında sergerden olmasının önüne geçilmiş.
Kafamızı kaldırıp masnuata baktığımızda her şeyde bir ölçünün hâkim olduğunu ve eşyanın yaratılışında tesadüfe yer olmadığını Bediüzzaman imanî eserleriyle ortaya koyarak izah ve ispat etmiş. Camia içi veya Âlem-i İslam’ın insan davranışlarına İhlâs, Uhuvvet ve Şükür- İktisat gibi eserler ile yön vermiş, asrın değişken sosyal olayları da ortaya konan ve her dönem geçerliliği olan “Eski Said Dönemi Eserleri” ışığında çözüm bulmuş.
Yeni Asya Neşriyat günlük gazete ve sair neşriyatın amacı kamuoyunun istikamet üzere olmasıdır. Yeni Asya okuru çok hassas olduğu için yorumları ile sürekli murakabe ve kontrol görevi yapmasından dolayı meslek ve meşrepten herhangi bir inhiraf söz konusu olamaz! Yazarlarımız da kılı kırk yararcasına yazılarında gerekli itinayı gösterirler.
Camiamız, okurlarının murakabe ve kontrolleri ile yetinmeyip yılda iki sefer “UM”da toplanan “şahs-ı manevî” heyeti, gazetemizin yayın politikasının Risale-i Nur ölçülerine uygunluğunu kontrol eder. Çok şükür bugüne kadar “şahs-ı manevî” heyetinin kararlarına bir ters düşüş olmadı, istikamet üzere olundu.
İsmi ile müsemma bir canlı olan insan, zaman zaman dünya hengâmesinde yoğun olaylar arasında hata yapabilir. Yalnız peygamberlerin hallerinde hata vaki değildir. Yanlışın farkında olunduğunda özür dilenerek karşılıklı helalleşip iş ahirete bırakılmaz, bunu her Nur Talebesi kendine görev addeder. Çünkü atalarımız “hatadan dönmek fazilettir” demişler.
“İşte ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’an’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı manevînin azalarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârü’s-selâm’a ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbaniyede çalışan hademeleriz” diyor Mehdi-i Azam, bizlere çok önemli bir sorumluluk yüklüyor. (İhlâs Risalesi 2. Düstur) Bizim başımızın üzerinde yumurta küfesi var. Değil camiaya karşı, bütün insanlığa karşı sorumluluğumuz had safhada!
Taif’te taşlanan peygambere gelen Cebrail (as) “Eğer istersen; Allah’ın kendisine işkence ve eziyet eden müşrikleri helak edeceğini” söyler. Kanlar içinde olan Peygamber (asm) bu durumda bile “hayır istemem” der. Bediüzzaman zulmedenlere bile “salah ve iman” temenni eder. Hareket tarzımızı Kur’an menşeli “Risale-İ Nur Ölçüleri” şekillendirir.
Bu hakikati anlayıp nefsinde yaşayan muhabbet fedailerine binler selam!