Osmanlı’ da 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanı ile saltanat dönemi bitmiş, yerine meşrutiyet, bir cihette demokrasi ikame edilmiştir.
Buna kayıtsız kalmayan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri yollara düşerek meşrutiyetin faydalarını, nimet olduğunu Doğu’nun mühim merkezlerinde ileri gelenlere anlatır. Bu seyahatler “Münazarat” eserinin doğmasına vesile oldu.
Bediüzzaman, “Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi her biriniz, bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Hâlbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona itimad etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebid kurtlar ve hırsızlar ve belalar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle nevm-i gafleti terkedip hanesinden her biri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin daha mı iyidir?” buyurur. (Münazarat, s.44-45) Bediüzzaman’ın eserlerinde ortaya koyduğu bunun gibi her hakikat her zaman diliminde bizlere yol gösterir. Keşmekeş içinde bulunan ülke ve Âlem-i İslam’ı Bediüzzaman Hazretlerinin vazettiği bu hakikatler çıkaracak.
Bu hakikatlerden kitlelerin istifade edip yön bulmalarını ve şer cephesine alet olmadan istikamet üzere kalmalarını “YENİ ASYA GAZETESİ ve YENİ ASYA NEŞRİYAT” sağlayarak oynanan oyun ve kurulan tuzakları bozar. Çünkü Yeni Asya gazetesi ve neşriyatı Bediüzzaman bahçesinden âleme açılan bir kapıdır.
Hayat pahalılığı nedeni ile ortaya çıkan geçim sıkıntısı bizim neşriyatımıza karşı alâkamızı azaltmamalı. Aksi takdirde mesul ve sorumlu oluruz.
Bu cümleler ışığında gazetemize ve neşriyatımıza karşı camianın ferdleri olarak her birimizin önemli görev ve sorumlulukları var, neşriyatımızı yazar ve yönetime bırakmayarak okurlar olarak sahip çıkıp ayakta kalmasını ve bu sarmaldan çıkmasını sağlamalıyız. Yoksa Âlemi-i Ahirete göçtüğümüzde Üstad ve Zübeyir Abiye karşı görevini ihmal etmiş insanlar olarak mahcubiyet içerisinde oluruz.
Şayet Bediüzzaman dönemin hükümetinin baskı ve zulümlerine karşı direnmeseydi bugün bu eserler elimizde olmayacaktı. Böylelikle Deccal ve Süfyan’ın hüküm sürdüğü, yüzünü kararttığı bu asrın yüzü aydınlanmayacaktı. Bu tavır ve duruş önümüzde bizlere güzel bir örnektir.
Evet, bir taşa ne kadar çok el yapışırsa, o taşın kaldırılması o kadar kolay olur. Her zor ve müşkül işin başarılmasını sağlayan en büyük amil dava şuurudur. Kar ve buzlu dağlar omuz omuza verilerek fedakârlık neticesinde aşılır!