Şahs-ı manevî, belli bir kişi olmayıp, bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs demektir. *
Yeni Asya Camiasının, daire içinde irade dışı takarrür eden/yerleşen bir şahs-ı manevîsi vardır. Üstada ve Risale-i Nur’a sadakat gösteren ihlâs, uhuvvet ve tesanüt ile daireye dâhil olan her bir Nur Talebesi, o şahs-ı manevî’nin tabiî bir azasıdır ve hâsıl olan sevaba ortaktır.
Ancak şahs-ı manevî içinde kalmanın en önemli şartı; ihlâsı kazanıp onu muhafaza etmek ve ihlâs ile hizmete devam etmektir. İhlâsı bozulan; makam, mevki, maddî menfaat, şahsî garaz, kardeşlerine tefavvuk/üstünlük sağlama gibi saiklerle hareket eden kişi, ayağı kayıp sarsılmaya, Nur’un meslek ve meşrep ölçülerine aykırı tavırlar sergilemeye başlar.
Sonra o kişi, aklına sıkıştıramadığı meşveret kararlarını, o kararlar neticesinde yayınlanan gazeteyi, yazarlarını, birlikte hizmet yaptığı dava arkadaşlarını, meşveret zeminleri haricinde uluorta yerlerde, yıkıcı bir şekilde tenkit etmeye, bu yüzden kardeşleriyle tesanüdü sarsan münakaşalar yapmaya yönelir.
Böyle bir kişi, talepleri yerine getirilmeyince “Bunlar benim kadr-u kıymetimi bilmiyorlar, beni dinlemiyorlar. Bu vaziyette onlarla çalışamam. İçlerinde kalmamın bir manası kalmadı” diyerek daireden çıkar ve muhalif cepheye iltihak eder. Ya kendi ismiyle müsemma bir grup oluşturur, ya içine sindiremediği bir gruba katılarak orada sesini çıkarmadan yola devam eder ya da kendi kabuğuna çekilir.
Bu şekilde Yeni Asya’dan ayrılıp dışarıya savrulan çok sayıda yazar, âlim, iş adamı gibi temayüz etmiş kişiler vardır.
Onlar, daire içinde iken kendileri olmadan hizmetlerin yürümeyeceğini zannederlerdi. Hâlbuki Risale-i Nur hizmeti kişilere bağlı değildir. Cenab-ı Hak, dairede olanları bu hizmette istihdam etmekle onlara lütufta bulunmaktadır. Bir kimse camia içinde bulunmakla ona değer kazandırmış olmaz. Bilâkis o, orada bulunmakla kendisi müşerref olmuş olur.
Ayrılanlar, gittikleri yerlerde umduklarını bulamazlar. Zira camiadaki ihlâsı, samimiyeti, uhuvveti, fikir hürriyetini, sıcak havayı orada göremezler, sonra oradan ayrıldıklarına pişman olurlar. Geri dönüp “Kardeşlerim! Özür dilerim, ben hata yapmışım. Yeni bir sayfa açarak sizinle hizmete devam etmek istiyorum” demeyi gurur ve enaniyetlerine yediremezler.
Ayrılanlar, şahs-ı manevînin sevabından mahrum kaldıkları gibi, zındıka komitesinin Nur Talebelerini bölüp parçalayarak ittihatlarını ve güçlerini sarsarak iman hizmetini zayıflatma planına belki de bilmeden hizmet etmiş olurlar.
Böyle bir duruma düşmeden önce sadık bir Nur Talebesinin yapacağı şey; bir buz parçası nev’indeki enaniyetini şahs-ı manevînin havuzunda eriterek ihlâs ve uhuvvet düsturlarını hayatına uygulamak, tesanüt ile cemaatin bir neferi tarzında hizmete müdavim olmaktır.
Nur Talebesi, hizmete devam ederken dilini gıybetten, dedikodudan alıkoyup bol bol risale okuyarak önce nefsini ıslah etmesi, evini bir dershane hükmüne getirip mümkünse aile fertleriyle namazları cemaatle kılması, eşini ve çocuklarının derslere iştiraklerini sağlaması çok mühimdir. Ayrıca menfi siyaset cereyanlarına kapılmamak için gazetemizi alarak ondaki Risale-i Nur’un şerhî mesabesinde olan yazıları takip etmesi elzemdir.
Cenab-ı Hak bizleri şahs-ı manevî içinde sebat edip ihlâs, uhuvvet ve tesanüdünü muhafaza edenlerden eylesin. Âmin.
*Osmanlıca – Türkçe Lügat, Yeni Asya Neşriyat, şahs-ı manevî md.