Demokrasi: Siyasî denetimin, doğrudan doğruya halkın ya da halkın düzenli aralıklarla özgürce seçtiği temsilcilerinin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun bütün vatandaşların eşit sayıldığı bir yönetim biçimidir. 1
Demokratik yönetimlerde adalet, insan hak ve hürriyetleri, meşveret/bağımsız meclis, kanun hâkimiyeti esas kabul edilir.
Hür, Demokratik yönetimlerde halklar, adalet, eşitlik, hak ve hürriyetler ile müreffeh bir hayat yaşarlarken, İslâm Coğrafyasında halklar, Müslüman görüntülü tek adam rejimlerinin baskısı altında fikir, hak ve hürriyetlerinden mahrum bir şekilde fakir bir hayat yaşamaya devam etmektedirler.
Hâl böyle iken İslâm ülkelerinde bazı İslâmî kesimler, “İslâm varken demokrasiye ne gerek var?”, diğer bazıları “Demokrasi küfür rejimidir. Batılıların uydurduğu bir sistemdir. Bize İslâm yeter” demektedirler. Demokrasiye karşı olan bu tavrın çok sebeplerden önemli iki sebebi olduğunu düşünüyorum:
Birincisi: Oralarda Bediüzzaman gibi “muvazene ile zarureti nazara alarak mudakkikane meşrutiyeti/demokrasiyi Şeriata tatbik etmek”2 ile İslâm ile demokrasinin doğru ilişkisini kurabilen âlim sayısının az bulunmasıdır.
İkincisi: İslâm ülkelerini istibdatla yöneten tek adam rejimlerine bakarak, İslâm’ın istibdada müsait olduğunu zanneden Batı ülkelerinde İkinci Avrupa zihniyetindeki yönetimlerin, o rejimleri koruyup kollamalarıdır. Suriye’de Esad, Suudi Arabistan’da Suud ve Mısır rejimini eleştirmeyip korumaları gibi.
Bediüzzaman, demokrasi manasında kullandığı meşrutiyeti3, “Adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten [kanun hâkimiyetinden] ibarettir”4 şeklinde tarif eder. Bu yönü ile İslâm’a en yakın ve uygun idare şekli demokrasi olduğu söylenebilir.
Günümüzde Afganistan, Irak, Suriye gibi birçok İslâm ülkesi, kendi içlerinde birinci sınıf bir demokrasiyi uygulayan Batılı büyük devletlerin zulmüne maruz kalmaya devam etmektedir. ABD ve bir kısım AB ülkeleri, Filistin’de, son zamanlarda Gazze’de yaptığı akıl almaz mezalime rağmen İsrail’e destek vermeye devam etmektedirler. Bu durum, İslâm âleminde Batı ülkelerine karşı kin ve adavet beslenmesine yol açmaktadır.
Halbuki Bediüzzaman, Batılı ülkelerin hepsinin aynı anlayışta olmadığını; orada iki siyasî cereyanın bulunduğunu, birincisinin semavî dinlerden ilham alarak hak ve hürriyetler ile insanlığa hizmet ettiğini, kendisinin buna karşı olmadığını beyan etmiştir. Ancak tabiat felsefesinden beslenen, insanlar arasında dinsizliği ve ahlâksızlığı neşreden, zayıf ve güçsüz ülkeleri ve milletleri sömüren ikinci Avrupa cereyanına karşı olduğunu ifade eder. 5
Bediüzzaman gibi ahirzamanın Peygamber (asm) varisi bir müceddidin Anadolu topraklarında ortaya çıkması, Türkiye için İlâhî bir lütuf olmuştur. Onun İslâm ile demokrasiyi bağdaştıran Cumhuriyetçi, dindar bir âlim 6 olarak telif ettiği Risale-i Nurlar’la ve yetiştirdiği Nur Talebeleriyle Türkiye halkını, diğer İslâm ülkelerindeki Demokrasi karşıtlığı yapan dinî hareketlerden uzak tutmuştur.
Bediüzzaman, “meşrutiyet-i meşrua”nın/ İslâm’a uygun demokrasinin, dört mezhepten istihracının mümkün olduğunu eserlerinde ifade etmiştir.7 O, fiilî olarak ta Ahrar/ Demokrat siyasî güçleri desteklemiş,8 Türkiye’de ortaya çıkan ve demokrat olmayan dindar kimlikli siyasî akımları tasvip etmediğini bildirmiştir.9
Son söz: Türkiye dâhil İslâm dünyasının, müstebit tek adam rejimlerinden kurtularak demokrasiye geçmeleri için Bediüzzaman ve Risale-i Nur’u anlamaya şiddetle ihtiyaçları vardır. Bu konuda biz Nur Talebelerine bu hususta çok iş düşmektedir. Allah yardımcımız olsun Âmin.
Dipnotlar:
1-tr.wikipedia.org ; 2- Münazarat, s. 41.; 3- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 156.4 - Age., s. 65.; 5- Lem’alar, s. 291.; 6- Şualar, s. 393. 7- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 25.; 8- Emirdağ Lâhikası, s. 535.; 9- Age., s. 36.