Gazete haberlerinden Fas Krallığında yapay zekâ teknolojisinin mahkemelerde karar alma sürecinde kullanılmasına ilişkin bir haber vardı.
Normal olarak, gelişen yapay zekâ teknolojileri, hayatın pek çok alanında önemli değişikliklere neden olmuştur ve hukuk sisteminin de bu dönüşümden etkilendiği açıktır. Ancak yapay zekânın yargı süreçlerinde “hâkim” rolünü üstlenip üstlenemeyeceği, ciddi etik, felsefî ve pratik tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu yazıda, yapay zekânın hukuk sistemine etkisi, özellikle (tacit knowledge) “örtük bilgi” ve adaletin insanî boyutu üzerinde duracağız.
Hukukî karar verme süreçleri, sadece yazılı kuralların uygulanmasını değil, aynı zamanda örtük bilgi (tacit knowledge) gibi insana özgü unsurların değerlendirilmesini gerektirir. Örtük bilgi; jestler, mimikler, tutumlar ve toplumsal/kültürel bağlam gibi doğrudan ölçülemeyen, ancak yargılama sürecinde büyük öneme sahip olan unsurları içerir.
Yapay zekâ, açık ve yapılandırılmış verilerle çalışmaya odaklı bir sistemdir. Ancak örtük bilginin yorumlanması sezgi, deneyim ve insanî algılama gerektirir. Örneğin:
Sanığın Tutumu: Bir sanığın duruşmadaki davranışlarının samimi olup olmadığını anlamak, sadece kelimelerden değil, beden dili ve duygusal ifadelerden de çıkarımlarda bulunmayı gerektirir.
Toplumsal ve Kültürel Normlar: Hukukî kararlar, yasal çerçeveyle birlikte toplumsal ahlâk ve normlara uygun olmak zorundadır. Ancak bu normlar, yapay zekâ tarafından objektif bir şekilde değerlendirilemeyecek kadar dinamiktir.
Hukukî yargılamalarda “doğal hâkim ilkesi” gereği, her bireyin yargılanma süreci, insan merkezli ve adil bir şekilde yürütülmelidir. Hâkim değişikliği veya sanığın yokluğu gibi durumlar, yargılama sürecini sadece bir “kuru metin” üzerinden gerçekleştirmeye zorlayabilir. Bu durum, hukukun sadece kanuna değil, aynı zamanda adaletin ruhuna uygun olmasını da tehlikeye atar.
Yapay zekânın yargılama süreçlerinde tamamen devreye girmesi, bu problemleri daha da derinleştirebilir. Çünkü yapay zekâ, bir insanın duruşma sırasında sergilediği tutumları, toplumun ahlâkî normlarıyla uyumlu bir şekilde değerlendiremez ve kararları yalnızca yazılı kurallar temelinde verebilir.
Hukukun deontolojik ve felsefî sorunları
Hukuk, yalnızca kurallar bütünü değil, aynı zamanda etik ve ahlâk zemininde gelişir. Ancak ahlâk, ülkeler ve kültürler arasında farklılık gösterebilir. Bu bağlamda, Immanuel Kant’ın evrensel ahlâk anlayışı tartışmaya açıktır: İnsan eylemleri tüm insanlar için geçerli bir ilkeye dayanmalı mı? Ahlâkın bu çeşitliliği, yapay zekâ için büyük bir zorluk doğurur. Evrensel bir etik anlayışı geliştirmek insanlık için bile yeterince zorken, yapay zekâdan bu çeşitliliği anlaması ve her bağlama uygun kararlar üretmesi beklenemez.
Yapay zekânın hukuktaki sınırlamaları
Yapay zekânın hukukta yardımcı bir araç olarak kullanılması, faydalı birçok katkı sunabilir:
-Hukukî metinlerin analizi,
-Emredici kurallara uygunluk denetimi,
-Yargılamalarda tarafsız istatistikî değerlendirmeler.
Ancak yapay zekânın tamamen “hâkim” rolünü üstlenmesi, mevcut etik, ahlâkî ve insanî boyutları göz önüne aldığımızda ne gerçekçi, ne de arzu edilen bir durumdur. Adaletin ruhu, yalnızca kuralları uygulamak değil, bağlamı anlamak, vicdanî ve insanî değerlere uygun karar vermektir. Yapay zekâ, bu bağlamsal ve insanî boyutları yerine getiremeyecek bir araç olarak kalacaktır.
Yapay zekânın yargı süreçlerine etkisi, yalnızca teknolojik bir tartışma değil, aynı zamanda etik, felsefî ve toplumsal bir meseledir. Adaletin insanî boyutları, yapay zekânın sınırlamalarını açıkça ortaya koymaktadır. Hukuk sisteminde yapay zekânın yardımcı bir araç olarak kullanılması mümkün olsa da, insan merkezli bir adalet anlayışının korunması gerekmektedir.