Bizzat, doğrudan doğruya bir yaşam bilmecesi… Yazarının duygu yüklü kaleminden dökülen harflerin birleşmesiyle anlam taşıyan bir öykü… Onu onunla yaşamak ve onu onunla bilmek ve ona bir derece yanaşıp görüşmektir bu yazı…
Gözlerinde yaş, me’yusâne bir hüzün ve dayanak noktası arayan bir garip yolcu… Kalbi elinde, aklıyla yürüyüş yapıyorken ıssız sokaklarda… Altı cihetten altı yöne bakıyor. Her bir bakış başka âlemlere, başka düşüncelere sevk ediyor… Sonra ölüm sessizliği, sokak kedileri… Dert ortağı oluyor geceler ve can dostlar… Sonra konuşuyor, konuştukça coşuyor. Coştukça koşuyor bir bilinmezlik, adını koyamadığı bir âleme doğru ve ardına bakmaksızın... Ve ansızın duruyor. Kaçınca bilmem kaçıncı tercihini yaşıyor olacaktı ki; farkındalığına varıyor. Duruyor… Derin bir nefes alıyor… Başını eğip, kalbine bakıp, ruhunu arayan seyyah misâli. Kalbine bakıyor ve görüyor ki; gölgeye yapışmış avare bir ruh… Bir ruh ki; yirmi dokuz sene zarfında beka-i ruhu bulamamış koca bir gövde…
Sonra başını kaldırıyor aklına bakıyor, geçmiş günlerin hesabını soruyor… Görüyor ki; renkli balonlarla oynamış bir çocuk… Geçen zamana bakıyor, her şey alt-üst, dehşetengiz…
İstikbale bakıyor, karanlıklı, korkunç, muammalı, vahşetengiz bir kapı… Önden gidenlere bakıyor, her şey akıp gidiyor, büyük bir süratle yol alıyorlar, kendisinin de o yolun yolcusu olduğunun farkına varıyor… Arkadan gelenlere bakıyor, “Yahu bunlar nereden gelip nereye gidiyorlar?” hayretengiz muammalı bir bilmece… Şimdi arkasında bir “aslan” hissediyor ve görüyor ki; omuzun da bir ağırlık… Bakış o bakış, gidiş o gidiş…