Sözlükte ‘hürmet edilen’ anlamına gelen ve son günlerini yaşadığımız mübarek Muharrem ayı vesilesiyle bu ayın özellikleri hakkında da bazı hususları paylaşma fırsatı hasıl oldu.
Hicrî-kamerî yıl, on iki aydır. İlk ayı olan Muharrem ile birlikte Receb, Zilkade ve Zilhicce’ye Araplar “haram aylar” anlamında “eşhur’u hurum” adını verir ve bu aylarda savaştan ve şiddet ihtiva eden her türlü halden ve davranışlardan kaçınırlardı.
Hicrî tarih, Peygamber Efendimiz (asm)’in Mekke’den Medine’ye hicretiyle başlar. Ancak takvim başlangıcı olarak bu tarih, Hz. Ömer (ra) devrinde kabul olunmuştur. Ondan önce Arapların belli bir takvimleri yoktu. Bazı önemli hadiseler (Hz. İbrahim’in (as) ateşe atılışı, Fil vakası vb.) tarihe başlangıç olarak kabul ediliyordu.
Muharrem ayının İslâm tarihinde belli başlı üç önemli özelliği vardır. Birincisi oruçla, ikincisi hicrî takvimin başlangıcı olmasıyla, diğeri de Hz. Hüseyin’in onun evlatlarının Kerbelâ’da şehit edilmesiyle alâkalıdır.
Muharrem ayında tutulan oruç, tarihî seyri yönüyle de bir özellik taşıyor. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de yaşayan Yahudilerin oruçlu olduğunu öğrendi.
O gün Muharrem ayının 10. günü ve Aşura günüydü. “Bu ne orucudur?” diye sordu. Yahudiler: “Bugün, Allah’ın Musa’yı (as) düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (as), bir şükür olarak bugün oruç tutmuştur.” dediler.
Peygamberimiz onlara: “Biz, Musa’nın sünnetini yaşatmaya sizden daha çok yakınız ve hak sahibiyiz.” diyerek kendisi ve Müslümanlar o gün oruç tuttular. O yıl henüz Ramazan orucu farz olmamıştı. Fakat ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca Müslümanların oruç ayı Ramazan oldu. Aşura günü orucu konusunda ise Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı, “İsteyen tutar, isteyen tutmayabilir.” dedi. Böylece bu oruç, müstehab bir oruç olarak kaldı.
Alim sahabilerden İbni Abbas’ın (radıyallahu anhüma) rivayet ettiği bir hadiste de ifade edildiği üzere, bir karışıklığa meydan vermemek ve Yahudilere benzememek için Aşura gününden önceki gün ve/veya sonraki gün ilave edildi, böylece iki veya üç gün oruç tutmak sünnet olarak uygulanır oldu. Dolayısıyla ne Peygamberimiz, ne Sahabiler, ne mezhep imamları ve müctehidler, ne de daha sonra gelen İslam âlimleri Muharrem ayının ilk on günü oruç tutulması konusunda bir beyanda bulunmamışlardır. Bunun dışındaki bir uygulamanın İslam ibadet tarihinde bir yerinin ve kaynağının olmadığını söylemek mümkündür.
Muharrem ayının İslâm tarihinde bir takvim başlangıcı olması, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde tespit edilmiş, o tarihten bu yana pek çok İslâm ülkesince kullanılagelmiştir.
Muharrem ayının peygamberler tarihinde de ayrı bir yeri vardır. Başta Hz. Adem (as) olmak üzere, Hz. Nuh (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Musa (as), Hz. Davud (as), Hz. Yakub (as), Hz. Yusuf (as), Hz. Eyyub (as), Hz Yunus (as) ve Hz. İsa (as) gibi peygamberler Aşura gününde, özel olarak bazı nimetlere ermişler, bazı sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Bu yönüyle bir yıl dönümü kabul edilmektedir.
Muharrem ayının Osmanlılar devrinde ayrı bir yeri vardı. Bu ay dolayısıyla şairlerin yazdığı ve “Muharremiye” adı verilen manzum şiirlerin sayısı oldukça fazladır. Ayrıca sene başı olması hasebiyle bu ayda devlet erkanı, padişahın huzuruna çıkarak yeni yılı tebrik eder ve padişahın “Muharremiye” denilen hediyelerini alırlardı.