“Âlem” kelimesi, her namazda, namazın her rekâtında okuduğumuz Fatiha Sûresi’nin ilk ayetinde geçiyor. Hâlık’ımızı “Rabbü’l-Âlemîn, Âlemlerin Rabbi” olarak anıyoruz. Kendimizi bir imtihana tâbi tutup “âlem”in ne anlama geldiğini ve “âlemler” ile kast edilenin ne olduğunu düşündüğümüzde, çoğumuz az çok bazı şeyler söyleyebilir.
Sözlüklere göre âlem, alâmet ve nişan koymak anlamındaki “alm” kökünden geliyor. Arapçada bir ülkenin bağımsızlığına işaret olduğu için bayrağa da “alem” deniyor. Bütün varlık dünyasının bu kelime ile anılması Yaratıcısının varlığına işaret eden, O’nun özelliklerini gösteren ve bilinmesini sağlayan alâmetler olması temeline dayanıyor.
Alem maddî ve manevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve ahirette Allah’ın yarattığı her şeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara “mülk ve şehadet âlemi”, madde ötesi varlıklara da “gayb ve melekût âlemi” denilir. Bazı hadislerin verdiği haberlere göre şehadet âlemi, gayb âlemine nisbetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır. Uzayın büyüklüğü ile ilgili olarak günümüze kadar gelen insan bilgisinin ulaşabildiği boyut, akıllara hayret verecek derecededir. Dolayısıyla bu büyüklük, gayb âleminin yanında bir kum tanesi kadar kaldığına göre, gayb âleminin veya âlemlerinin büyüklüğünü akıl terazisi çekemez. Şu halde gayb âleminin bu büyüklüğü, ancak iman ve irfanla kavranmakta, oradan da bütün âlemlerin rabbi ve sahibi olan Allah’ın azamet ve büyüklüğü karşısında kula yakışan ve gereken hayret hâline ulaşılmaktadır.
Şu hâlde âlem kelimesiyle ilgili olarak bilinmesi gereken temel nokta burada kendini gösteriyor: Yaratıcısını gösteren, O’na işaret eden alâmetler. Çoğul olarak “âlemler” denildiğinde her varlık katmanını, her varlık katmanının her varlık türünü, her varlık türünün her ferdini, her ferdin bünyesindeki her bir parçasını içine alan alâmetler, nişanlar, semboller bütününü kast ediyoruz.
Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Semavatta binler âlem var. Yıldızların bir kısmı, her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlûkat birer âlemdir. Hattâ her bir insan küçük bir âlemdir. ‘Rabbü’l-Âlemîn’ tabiri ise: ‘Doğrudan doğruya her âlem Cenâb-ı Hakk’ın rububiyetiyle idare ve terbiye ve tedbir edilir’ demektir”. (Mektubat YAN, 2017, 26. Mektub, 4. Mebhas, s: 384)
Bugün bütün âlemi ifade etmek üzere kimi zaman başka kelimeler kullanıyoruz. Aynı anlamda bazen “yer ve yedi kat gökler” diyoruz, bazen kâinat diyoruz. Bazen genel bir ifade olarak “varlıklar” demekle iktifa ediyoruz.
Ne dersek diyelim, “âlem” veya “âlemler”den söz ettiğimizde ilk akla gelmesi gereken şey anlamlar, semboller ve alâmetler dizisi olması gerekiyor. Neyin ya da kimin alâmetleri, nişanları, sembolleri?
Yaratıcının!
O’nun varlığını, sıfatlarını, özelliklerini gösteren ya da yansıtan nişanlar, işaretler, semboller...
“Zira kâinatın ‘âlem’ ile tesmiyesi, kâinatın Sani’ine olan delâleti, şehadeti, işareti içindir.” (İşaratü’l–İ’caz, YAN, 2011, s: 38.)