Yaşı müsait olup, takip edenlerin hatırlayacağı üzere 1993 yılında zamanın cumhurbaşkanı merhum Özal’ın ani vefatı sebebiyle o günlerde başbakan olan merhum Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığına aday olmuş ve seçilmişti.
Haliyle Doğru Yol Partisi genel başkanlığı ve başbakanlık koltuğu da boşalmıştı. Doğru Yol Partisi genel başkanlığına seçilecek kişi aynı zamanda Başbakan adayı da olacağı için bu süreç dikkatle takip ediliyordu.
Tam da o sıralarda bize de görevli olarak hacca gitmek nasib olmuştu. İlk önce Mekke-i Mükerreme’ye gitmiştik. O sıralarda diğer hacılarımızın olduğu gibi bizim de bir kulağımız
Türkiye’de idi. Özellikle başbakan adayı olacak kişinin öncelikle Doğru Yol Partisi genel başkanlığına seçilmesi gerekiyordu. Bunun için 3 aday DYP genel başkanlığı için yarışıyordu. Yarışanlar arasında merhum İsmet Sezgin, Köksal Toptan ve Tansu Çiller olmak üzere üç isim vardı. Türkiye’deki haberleri mümkün mertebe takip ediyorduk ve duyduk ki Tansu Çiller, Doğru Yol Partisi genel başkanlığına seçilmiş.
Hac vazifesini yerine getirmek üzere kafilemizde bulunan merhum Hilmi Doğan ağabeyimiz de dahil olmak üzere aramızda araştırmalar başlamıştı; acaba kadın birinin başbakanlığı caiz olur mu diye. Ama neticede bizlere ‘Hayırlı olsun İnşaAllah’ demekten başka bir şey kalmamıştı.
Hac görevimizi yaptıktan sonra dönüş Medine-i Münevvere’ye geldik. Bir gün bir vakit namazından sonra Mescid-i Nebevî’den dışarı çıkarken yakamdaki Türkiye bayrağını gören bir görevli polis bana (belki de şaka olsun diye) “Madam madam” diye hitap ederek konuşmaya başladı. Bir anda ne demek istediğini hemencecik anlayamasam da, az sonra anladım. Meğer Tansu Çiller’in seçilmesi onların da ilgilendikleri bir konuymuş ve Türkiye başbakanının bir kadın olması sebebiyle bana böyle hitap ettiklerini anladım. Bunun üzerine Arapça konuşabildiğim kadarıyla “Evet bizim başbakanımız şimdi kadın olacaktır. Fakat bizde bu durumlar seçim yaparak (DEMOKRASİ ile) oluyor. Şimdi bunu seçtik. Beğenmezsek bir sonraki seçimde değiştirir başka birini getiririz. Ancak sizin haliniz ne olacak?” diye cevap verince kendisine, aniden ‘tamam sus’ anlamına gelen işareti yaptı. Böyle bir ortamda konuyu daha fazla uzatamazdık. Oradan ayrıldık.
Böyle mübarek bir mekanda, böyle bir hadisenin vuku bulması gerçekten çok düşündürücüdür. Halbuki daha İslâm’a girerken şart olan “hür irade”, hür olmayan bir idare veya tek adam yönetimi tarafından tehlikeli bulunuyordu.
Netice-i kelâm: Demokrasi, hür irade ve adil bir seçime dayalı bir idari sistem olmadan huzura kavuşmak kolay değil. Maddi kalkınma buna bağlı olduğu gibi, manevi terakkinin de bununla mümkün olduğu görmeliyiz.